♫Canın yanıyor biliyorum ama inan bana her şey daha iyi olacak. İçeri girmeme izin vermezsen sana nasıl yardım edeceğimi bilmiyorum.
Kapının önünde durmuş, üç kişi öylece birbirimize bakıyorduk. Ortamın garipliğini dağıtmak adına bir şeyler yapmam gerektiğini düşünerek Lili'ye dönerek "Bizi biraz yalnız bırakır mısın?" dedim.
Lili, bir anda suratını astı. İmalı bir ses tonuyla ekledi. "Tabii."
Arkasını dönüp evin içine adımlamaya başlayan Lili'den sonra kendimi dışarı atıp kapıyı hafifçe örttüm. Kapanmaması için de bir elimle kapının kulpuna tutundum. "Jin, garip gözüktüğünü biliyorum."
"Bunun burada ne işi var? Ne zamandır bu kadar yakınsınız?"
"Sorularını daha sonraya sakla, lütfen. Her şeyi anlatacağım söz veriyorum."
Kollarını önünde birleştirip gözlerini devirerek bana baktı. "Hep aynı şeyler."
Hızlıca düşündükten sonra aklıma gelen şeyle heyecanla "Jin, ne yapalım biliyor musun? Sen şimdi markete git ve sabah için kahvaltılık bir şeyler al." dedim. Omzundan tutup onu asansöre doğru itekledikten sonra arkasından gülümsedim.
Jin de yüzünü buruşturarak kafasını bana dönük bir şekilde asansöre doğru adımladı. "Bunu geldiğimde konuşacağız Cheol."
"Söz veriyorum. Öpüyorum!" Jin'in gittiğinden emin olduğumda kapıyı aralayıp kendimi içeri attım. Görünürlerde Lili'yi aramaya başladım. Fakat ortalıklarda görünmüyordu. "Lili! Neredesin?"
Mutfaktaki dolap kapaklarının orada bir şeyler arayan Lili kafasını kaldırıp bana baktı. "Efendim?"
Hızlıca yanına adımlayıp önünde durdum. "Ne yapıyorsun?"
Tatlı bir şekilde gülümsedi. "Bize çorba yapacağım." Bulduğu büyük tencereyi ocağın üstüne bırakırken ekledi. "Şu gelen, adı Jin idi değil mi?" Kafamı onu onaylarcasına salladım. İlgisiz gibi gözükmeye çalışırcasına umursamaz bir yüz ifadesi takındı. "Jin, senin sevgilin mi?"
"Hayır Lili. Arkadaşım."
Gülücüğünü saklamak istercesine dudaklarını büzdü. "Anlıyorum." Konuyu dağıtmak istercesine dolapları karıştırmaya devam etti. "Aradığım şeyleri bulamıyorum. Yardım eder misin tatlım?"
"Lili," Beni umursamadan kapaklarını karıştırmaya devam ettiğinde seslice bağırdım. "Lili! konuşmalıyız."
Sesimi yükselttiğimde duraksayıp bana döndü ve belini tezgaha dayadı. "Ne konuşacaksın Cheol?"
"Buraya nasıl geldiğini hatırlıyor musun?"
Düşünür gibi yaptıktan sonra "Hayır." dedi. Alt dudağını büzdü. Bilmiyorum dercesine kafasını salladı.
Ah, tanrım çok tatlıydı. "Lili, nasıl anlatacağımı bilmiyorum ama sen, Jungkook ve Albert'ı tanıyor musun?"
"Evet,"
"Şey, acaba onlarla konuşabilir miyim?"
Donup kaldı. Boş boş gözlerimin içine bakmaya başladı. "Hayır, ikisi de yok."
"Nasıl yani?"
Gözlerini kaçırıp başka bir tarafa odaklandı. Gözleri dalmış bir şekilde ekledi. "İkisi de köşesine çekilmiş." Sevinçle ellerini çırptı. "Bu çok iyi oldu. Uzun zamandır böyle bir fırsat elime geçmemişti."
Gözlerimi kısarak merakla "Sen en son ne zaman ortaya çıktın?" dedim. Nasıl sorulurdu, bilmiyordum.
Sıkkınlıkla nefesini salıp gülümsedi. "Junkgook'un annesinin öldüğü zaman."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bloody Roses | Jeon Jungkook
FanfictionBana kanlı, siyah güller hediye ettiğinde anladım. Ben bir şeytana aşık olmuştum.