♫En sevdiğin şeyin zararlı olması delice. Hata yapıyor olabileceğimi söylüyorlar. En karanlık yollara girsen bile mezarlığa kadar takip ederdim.
Şaşkınca ona bakmayı sürdürürken "Beni cezalandırmak mı? Ne saçmalıyorsun Albert?" dedim. Bıyık altından gülümseyip elini yanağımdan çekti. Gözlerini kaçırarak benden uzaklaştı. Ne anlatmaya çalıştığını algılamaya çalışırken öylece onu izledim. Korku ile heyecanın karışımıyla kalp atışlarım hızlandı.
"Bana tokat atmayacağına emin olsaydım seni öperdim."
Hafifçe dudaklarım aralandı. Kafasını çevirip bana baktığında yakalanmış gibi hissederek bu sefer ben kaçırdım gözlerimi. Konuyu dağıtabilmek adına bir şeyler düşünmeye başladım. "Jungkook'un hala yalan söylediğini mi düşünüyorsun yani? Hala beni öldürmek gibi planları mı var?"
Sakin adımlarla yanıma adımladı. "Ona inandığını söyleme bana. Bana güvendiğini düşünüyordum."
Bir şeyler söyleyecektim ki duraksadım. Açıkçası artık kime güveneceğimi şaşırmıştım. "Bak Albert, ben buraya ölümü göze alarak geldim. Artık kaçmak istemiyorum. Zaten bunu ona da söyledim. Onu nedenleriyle birlikte dinlemeye hazırdım. Ama o, elinde olmadığından bahsedip durdu. Anlayamıyorum." Ellerimi kafama götürüp sıkıştırdım. Düşünmekten kafam patlayacak gibi hissediyordum. Yaşanan hiçbir şeyin kesin bir açıklaması yoktu.
Minik kahkahalar attığını fark ettiğimde kafamı kaldırıp soru dolu bakışlarla ona baktım. Şu an neden gülüyordu? "Çok komiksin gerçekten. Her şey ortada Cheol, göremiyor musun? Jungkook her zaman yaptığı gibi suçu bana atmaya çalışıyordu. Masum gibi davranıyordu." Kafasını iki yana sallayarak ellerini ceplerine soktu. "Sana inanamıyorum. Hala nasıl bu kadar kör olabiliyorsun?"
"Beni lütfen anla Albert. Biraz empatiye ihtiyacım var. Hala onun beni öldürmek istediği gerçeğine inanamıyorum."
Yavaşça bana yaklaştı. Gözlerimin içine içine bakıp kaşlarını çattı. "Ama gerçek bu Cheol. Bunu artık kabullen." Tek kaşını havaya kaldırdı. "Bir yalana inanmak hoşuna mı gidiyor?"
Sesimi yükselterek "Hayır," dedim. Gözlerim hafifçe doldu. "Hoşuma gittiği falan yok. Şu anda gerçekleşen hiçbir şey hoşuma gitmiyor Albert. O kadar canım yanıyor ki, ölüm bile korkutamıyor beni. Nasıl acı çektiğimi göremiyor musun?" Kafamı eğip çaktırmadan gözyaşlarımı sildim. Fısıltı şeklinde ekledim. "Neden böyle olmak zorunda?"
Elini çeneme götürüp kaldırdı ve gözlerinin içine bakmamı sağladı. Saniyelerce hiçbir şey söylemeden gözlerimin içine baktı. Elini çenemden uzaklaştırdı. "Peki ya, sen ne zaman göreceksin beni? Senin için yaptıklarımı, ne zaman göreceksin? Jungkook'u senden uzak tutabilmek için günlerce uyumadığım oldu. Sırf yerime geçemesin diye resmen onunla savaştım. Bir aydır ortalıkta görünmemesinin tek sebebi buydu. Çünkü ona izin vermedim. Söylediğin gibi de senden uzak durdum." Histerik bir şekilde gülümsedi. "Ama sen dalga geçer gibi ilk fırsatta onun yanına geldin."
Gözlerim hafifçe büyüdü. "Albert, ben-"
"Hiçbir şey söylemek zorunda değilsin Cheol. Eğer bugün onu durdurmasaydım yine ona inanacaktın. En acısı da bu." Sinirle burnundan solurken gözlerini kaçırdı. Hiçbir şey söyleyemeden ona bakakaldım. Söyleyecek hiçbir şey bulamıyordum. Kafam çok karışıktı. Ne yaparsam bu karışıklığı dindiremiyordum. Ona haksızlık ettiğimi hissettim. Bütün bunları kenara ittiğimde su üstüne Albert'ta olan hislerim çıktı. Onda hoşuma giden bir şeyler vardı. Erkeksi tavrı hoşuma gitmişti. Yutkunup kalp atışlarımı dindirmeye çalıştım. Gözlerini tekrar bana değdirdiğinde yakalanmış bir ifadeyle kaşlarımı kaldırdım. "Ben yine seni korumaya devam edeceğim Cheol."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bloody Roses | Jeon Jungkook
FanfictionBana kanlı, siyah güller hediye ettiğinde anladım. Ben bir şeytana aşık olmuştum.