(❦) Aşılan Sınırlar Ve Ufak Tefek Kıskançlıklar

83 17 167
                                    

()

Aşılan Sınırlar
Ve
Ufak Tefek Kıskançlıklar

*・゚:*・゚:*.*:・゚✧. : *

Gün olur, alır başımı giderim,
Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda.
Şu ada senin, bu ada benim,
Yelkovan kuşlarının peşi sıra.
Dünyalar vardır, düşünemezsiniz;
Çiçekler gürültüyle açar;
Gürültüyle çıkar duman topraktan.
Hele martılar, hele martılar,
Her bir tüylerinde ayrı telaş!...
Gün olur, başıma kadar mavi;
Gün olur başıma kadar güneş;
Gün olur, deli gibi...

OrhanVeli Kanık, Gün Olur


Dünya bir tuvaldi, bembeyaz bir tuval. Ve ressam nasıl isterse öyle boyardı. Gökyüzünü turuncu, kızıl ve sarıyla boyar sonra her şeyin üzerine siyah boyayı dökerdi. Mavinin her tonunu severdi. Ağaçların yapraklarında yeşili, kabuklarından başlayıp toprağa kadar taşan boyada kahveyi seçerdi. Ressam neyi isterse onu çizerdi. Ressam dışarıdan müdahaleci bir eldi. Neyi o ana en uygun görürse onu çizer, boyardı. Ve insan asla yorum yapamazdı.

Bazı anlar vardı. Zaman ne ileri ne de geriye giderdi ama durduğu yerde de kalmazdı. Bir deprem yüzünden ileri geri sallanıp sonunda olduğu yere çöken binalar misali anlar vardı. Ne yapacağınızı bilemediğiniz, kendinizi sorguladığınız, çoklukla korkup paniklediğiniz ve elinizden hiçbir şey gelmeyen anlar. Bildiklerinizi unutup her şeyi akışa bırakmanız gereken anlar.

Ve bazı insanlar vardı. Hiç beklemediğiniz anlarda ortaya çıkarlardı. Gururunuz yüzünden yardım isteyemeseniz de sizi anlayıp karşılık beklemeden tutmanız için ellerini uzatırlardı. Kimsenin görmediği gözyaşlarınızı görüp siler ve sizi kollarının arasındaki herkesten uzaktaki dünyalarında saklarlardı. Sevgi sözcükleri ile vakit harcamazlardı, onların gözlerine baktığınızda hissederdiniz zaten.

Bilge vardı. Perdelerin ardında kalbi kırık küçük bir kız çocuğu saklamaya çalışan Bilge vardı. Görkem vardı. O kız çocuğunun ellerinde tutup dünyanın günbatımından ve karanlıktan ibaret olmadığını, gün doğumunun ve aydınlığın da olduğunu göstermek isteyen Görkem vardı. O deprem benzeri anda, zaman bir ileri bir geri gidip gene olduğu yere dönerken, ressamın resminde yalnızca ikisi vardı.

Boyam mı yok yoksa mutluluğum mu yok, diye düşündü Bilge. Eğer mutluluk gözümün görebildiği her yerdeyse nasıl varken yok olabilir, bunu soruyordu kendine. Gözleri iyice batmış güneşin izlerini silik silik taşıyan ufuk çizgisine takılıydı.

"Neden oraya yasak topraklar diyorum, merak ediyor musun? Gerçekten oraya girmem yasak olduğu için olmadığı bellidir sanırım."

"Doğrusu evet, orası sırtlanlarla dolu bir Fil Mezarlığı değil sonuçta ama sorarsam cevap vermezmişsin gibi gelmişti."

"Bir süre sonra kayalıkları hiç geçmemeye başladım. Bir sebebi yok, gitmememi gerektiren herhangi bir şey yani. Işığın dokunduğu her yer bizim krallığımızdır, diyordu hani Mufasa. O kayalıklardan sonrasına benim için ışık değmiyordu sanki. Tuhaf bir his."

Küçük Umutlar Daktilosu ❦Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin