(❦)
Aynada Gördüğün Senin Gerçeğindir
☾ ⋆*・゚:⋆*・゚:✧*⋆.*:・゚✧. : ⋆*Boşluğun kucaklayışı;
Umutsuzluk.
Hıçkırıkların hiçbir sesle dile gelmez.
Sen'in susuşu.
Ben'in susuşu.
Susuş.
[Güli'ye adandı. Gecenin 11'i, Yeniköy]
Arif Dino, Başlıksız Şiir
Ölüm, garip bir şeydi. Açıklanamayan, tarif edilemeyen bir olaydı. Hem insanın içinde bulunan bir misafir hem de dışında, ensesinde bekleyen bir yabancıydı. Ölüm, yalnızdı. Ölüm, tüm tasvirlerde soğuktu. O soğuk sadece artık nefes almayan bedenin soğumasından ibaret de değildi. Ölüm sadece bir bedene değil, tüm çevresine gelirdi. O soğukluk sadece bir bedene değil, çevresinde hala nefes alan herkese hükmederdi aynı zamanda. Ölüm yaşayanlar için bir korkuydu. Her an gelip nefesinizi çalabilecek bir şeydi. Ölüm, değişip dönüşürdü. Bazen sizi boğan bir el, bazen bedeninize vahşice saplanan bir bıçak, bazen duran bir kalp, bazen kanserli bir hücre, bazen bedeninizin kontrolünü sizden çalan bir enfeksiyon, bazen boynunuza dolanan bir ip, bazen bedeninizi bıraktığınız boşluk... Bazen kısmı ne olursa olsun hikayenin sonunda olan şey açıktı ve başka hikayelerin aksine, değiştirilemezdi. Sonu kimse tam olarak bilmiyordu. Yani değişmeyen son, bilinmezlikten öteye gitmiyordu.
Ölen kişi için hayat bitiyor ama geride bıraktığı her şey yerinde kalıyordu, herkes aynı acı ile orada takılıp kalıyordu ya da aşıyordu bir şekilde. Bilge Deniz Arsoy, takılıp kalanlardandı. Yüreğinde yıllar öncesinin acısını, ruhunda o acıdan hatıra yaraları taşıyordu. Zaman zaman susuyor, zaman zaman çığlıklarla uyanıyordu daldığı uykusundan. Zaman zaman gözyaşlarını özgür kılıyor, bir yağmura dönüyordu hisleri. Bilge aştığına kendini inandırmaya çalıştıkça bir şekilde geçmiş onun peşinden geliyordu. Etrafı bir mezarlıktı Bilge'nin, sevdiği herkesin sıra sıra soğuk bedenlere dönüşmesinden oluşmuş bir mezarlık.
Özlemek bir hapishaneydi. Duvarları kalın, boyası akmış... Özlemek, prangalara vurulmaktı. Soğuk metal yalnız bileğinizi değil ruhunuzu da geçmişe bağlardı. Özlemek, acıyı hissetmek değil, yüreğinizin derinlerinde yaşamaktı. Ve yine özlemek, sonu gelmeyen bir yoldu. Ne varacağınız yeri bilirdiniz ne de o yolun size getireceklerini. Şimdi Bilge; o hapishanenin içinde mahpus bir çocuk, o prangaya vurulmuş bir ruh, acıyı yüreğinde yaşatırken sonu gelmeyen bir yola çıkmış bir gençti. Bilge, bir değil, binlerceydi. Tıpkı özlemek gibi...
Ve özlemenin ardından gelen sonsuzluk, bir vedaydı. Başka hiçbir şey değil. Bilge, vedalardan nefret ederdi.
Sonsuzluk kavramı belki de dünyada en bilinmeyen kavramdı. Bir noktada ölümdü sonsuzluk. Ne başlangıcı ne sonu vardı. Sonsuzluk bir denklemdi, çift bilinmeyenli olanından ve çözmek için hiçbir ipucu olmayanından. Sonsuzluk bir noktada sıkışıp kalmaktı belki de. Hep aynı saniyede, o bir tane daha nefesin alınmaya çalışıldığı ama sonucun başarısız olduğu saniyede, takılıp kalmaktı belki de. Duvardaki saatin durmasıydı kalbin durması. Zaman durunca sonsuzluk başlardı. Yıllar geçtikçe sonsuzluk anıları bir bir silerdi zihninizin en gizli saklı köşelerinden. Anılar yanan bir mum ise sonsuzluk onu söndüren rüzgardı sadece.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Küçük Umutlar Daktilosu ❦
Teen Fiction❝ "İstesen de unutamazsın ki sen onu... Hiçbir his senin ona duyduğun sevgiyi değiştiremez. Hiçbir hissin gelmesi ya da gitmesi onunla senin arandaki bağı kopartamaz. Hem eğer Aslan Kral'daki gibi sevdiklerimiz gökteki yıldızlar olup bizi izliyorlar...