(❦)
Dün, Bugün, Yarın
☾ ⋆*・゚:⋆*・゚:✧*⋆.*:・゚✧. : ⋆*
Seneler sürer her günüm,
Yalnız gitmekten yorgunum;
Zannetme sana dargınım,
Ben gene sana vurgunum.Başkalarına gülsem de,
Senden uzakta kalsam da,
Sevmediğini bilsem de
Ben gene sana vurgunum.Dağları aşınca başım,
Geri kaldı her yoldaşım,
Gel sevgilim, gel kardaşım,
Ben gene sana vurgunum.Gönlüm seninkine yardı,
Aynı şeyleri duyardı;
Ayaklarımız uyardı...
Ben gene sana vurgunum.Sabahattin Ali, Eskisi Gibi
İnsan hayatı aslında bir üçgenin içerisinde dönüp duruyor; dün, bugün ve yarının arasında gidip geliyor. Pişmanlıklar, utançlar, bitmek bilmeyen suçluluk hissi ile geçmişte takılı kalıyor bazıları. Tekrar tekrar aynı anları canlandırıyor zihninde. Tek kişilik ve tek perdelik bir oyun... İyi karakter de kötü karakter de kendisi oluyor böyle anlarda. Ve böyle anlar acıyı en çok, unuttukları anılarda diriltiyor. Bazıları içinse sisler dağılıyor, tatlı bir huzur var. Anın tadını çıkartmak tanımını yaşatıyorlar. Olduğu gibi kabul etmişler kendilerini ve anılarını. Diğer kesim ise bilinmeyenin korkusu ile boğuluyor. H. P. Lovecraft da öyle der ya hani, insanlığın en eski ve en güçlü korkusu bilinmeyenin korkusudur. Bir felaket senaryosudur onlar için nefes almak. Her adımda bir korku saklanmıştır sanki. Kaygı ile dans ederler. Dün, bugün ve yarının dengesi... İnce bir ipin üzerinde gözlerin kapalı yürümek gibi bir şeydir bu. Esen rüzgarın şiddetinde teninde hissetmek, derin bir nefesi ciğerlerinde yeşertmek ve vazgeçemeden bir adım daha atacak cesareti toplamakla ilgili bir dengedir ipin altında uzanan dipsiz uçuruma düşmemek. Ama düşerseniz de sizi tutup kaldıracak birileri tam da o en çok ihtiyacınız olan anda sizinle olabilir. Yeter ki gözlerinizdeki siyah kumaşı söküp atmasını bilin.
Kahve fincanının masanın camında bıraktığı ize bakıyordu Bilge. Düşüncelerinin arasında çoktan kayboluvermişti. Dün, bugün ve yarın hakkında düşünüyordu ve elbette, kendisinin nerede olduğunu. Sıklıkla yaşanan anın içinde yani bugünde değildi. Geçmiş ve gelecek arasında mekik dokumaktan yorulmuştu da... Bugüne dönmek istiyordu. Birlikte olduğu insanları kaybedeceği anı düşünmeden ya da geçmişle ilgili aşamadığı anlara geri dönmeden yalnızca o an, o dakikada yaşamaya dönmek istiyordu. Belki de yavaş yavaş iyileşiyordu. Bu fikir onu umutlandırıyordu. Zaman her şeyin ilacı değildi. Öyle durup bekleyince iyileştirmiyordu da. Hatta alışmıyordunuz da. Ama denediğinizde başarabiliyordunuz. Geçmişi kabullenip geleceğe hoş geliyorsun diyebilince ya da bunları deneyince. Zaman tek başına sadece bastırıyordu. Ve çoğunluğun sandığının aksine bastırmak iyileşmek ile aynı şey değildi.
Ders kitabının kaldığı sayfasını açmıştı. Dağılmış düşüncelerinin arasında gezinip odağını toplamak için kendine birkaç dakikalık bir hiçlik süresi tanımıştı. Son Samuray filmi ile ilgili aklında en çok kalan replik de buydu: Hiç düşünce. Tüm düşüncelerden soyutlanıp yaşanan ana odaklanılırsa başarıya ulaşılabilirdi, filmi ilk izlediği seferde bunları düşünmüş hatta günlüğüne not almıştı. Dün bugün ve yarın hakkındaki o buhranlı ve bolca iç çatışma yaşamasına sebep olan bugüne dönememe sorunun asıl noktası da buydu. Hiç düşünce demek gerçekten de zorlayıcı bir deneyim demekti. Zihninizde konuşup duran çoksesli koroyu susturmak hiçbir şey düşünme demek kadar kolay değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Küçük Umutlar Daktilosu ❦
Teen Fiction❝ "İstesen de unutamazsın ki sen onu... Hiçbir his senin ona duyduğun sevgiyi değiştiremez. Hiçbir hissin gelmesi ya da gitmesi onunla senin arandaki bağı kopartamaz. Hem eğer Aslan Kral'daki gibi sevdiklerimiz gökteki yıldızlar olup bizi izliyorlar...