Karanlık...
Işık hüzmesinin bile değmediği bir karanlık ortasındayım, aç susuz...
Yaka paça atılmış bir şekilde, rengini dahi ayırt edemediğim duvarla bütünleşmiştim. Soğuktu duvarlar ama yalnızlığım kadar değil. Gözlerim karanlığa alıştıkça karanlık çoğalıyor ve beni tekrar içine çekiyor gibiydi. Düşüncelerim darmadağın, beklentim ise giderek sıfıra yaklaşıyordu. Soğuk içime işlerken acıyı bağrıma basıyor, midemdeki ezilmeleri unutmaya çalışıyordum ve giderek azalıyordu. Bedenimin de benden beklentisi azalıyor giderek.
Ellerim kafama gitti ve kanamam durmuş, kabuklanarak toplanmıştı bir yerde. Üç gün olduğunu düşünüyorum, bu karanlığa hapsedileli. Kestirmek zor aslında ama tahmin yürütmekten kimseye zarar gelmez değil mi? Belki de buraya düşünmek bir şeyleri toparlamak için bırakıldım ama ne çare! Düşüncelerim acı ve soğuktan öteye geçemediler bir türlü. Kalkmayı çok denedim ama hep yeri tökezledim ve kendime olmadık yaralar açtım, başımda bunlardan bir tanesi. Düşünmemeye çalıştıklarım ters yönde hareket edip kafama üşüşüyorlar ama ne yazık ki onları düşünecek kadar bedenimi ele geçirmiş durumda değildim.
Tolga gideli 3 gün oldu bence, "Görürsün" demişti ve ben göremiyordum nereye geldiğimi. Yol boyunca tek kelime bile etmeden Ankara'ya getirmişti beni. Neden zorlamıştı beni buraya gelmek için, yazlığımıza gitmek istiyordum annem ve kardeşimin anılarını toparlamak istiyordum. Neden hiç bana sormadı?
Titreyen ellerimle gözlerimden düşme cesaretini gösteren gözyaşlarımı sildim. Kimsesizdim, çaresizdim, yoksul ve parasızdım ve birilerine illaki muhtaçtım. Karanlık görmek istemiyordum artık, korkuyordum. İçimde büyüyen o şeyden korkuyordum, balon gibi şişen ve boğazımı zorlayan şeyden korkuyordum.
Sessizliğe hapsolmuştum, her ne kadar ağlamış ve hıçkırıklara boğulmuş olsam da sesim çıkmıyor, korkudan küçük dilimi yuttuğumu düşünüyordum.
Sesler duyuyordum arada ama birinden biri de varlığını bile sezemediğim kapıyı açıp hiçbir şey sormuyordu. Su istiyordum ve içimdeki yangın giderek artıyordu. Açlık neyse de su? Bazen krize girdiğimi düşünüyordum. Duvarları tırmalayarak daha büyük acı yaşatmaya çalışıyordum bedenime, unutmak için.
Sahi unutmak ne demekti? Unutmanın yolu var mıydı?
Yavaşça hareket edip ellerimle zemini yokladım, hala soğuktu. Parmak uçlarımın değmesiyle çekmem bir oldu, soğuğa tahammülüm giderek zayıflıyordu. Sol omzumdaki uyuşukluk artık hissedemeyeceğim raddedeydi ve her gün illaki yaşıyordum bu durumu. Boğazımda sanki tüy yumağı vardı, ne yutkunmamı sağlıyordu ne tükürük üretmemi.
Daha ne kadar dayanacağımı bilmiyordum, kendimde de bu ışığı göremiyordum. Aklıma en az bu oda kadar karanlık anılarım üşüşüyor, elimi kolumu bağlıyordu.
Çok şey yaşamıştım; işkence gördüm, adam öldürdüm, dayak yedim, tecavüze uğrayacaktım az kalsın! Nejat Bey'in yüzü bazen karanlığın içinden gülümser gibi gözüküyordu gözüme ama hayal olduğunu kendime tekrar ederek bu eziyetten kurtulmaya çalışıyordum. Sonra aklıma biri geliyordu, bağrımda hasret deliği açan adam.
Tolga! Ona o kadar kırgın ve kızgınım ki. Kelimeler öfkemin ve hayal kırıklığımın karşısında aciz kalıyorlardı. Bir gün dahi gelmedi, ne yapıyordu? O kardeşim olacak kızla mı beraberdi, Esmer nasıldı? Demir Bey şerefsizi hala yaşadığımı biliyor muydu artık? Cengiz? Ve en önemlisi ben buradan ne zaman çıkacaktım ve ne yapacaktım?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YANLIŞ KİŞİ
Novela JuvenilBir gece kan yağmuruyla yolculamıştı kendini, sallanıyordu denizde sandal gibi. Durmadan sesleniyordu geçmişi, sesleniyor ve yapışıyordu yakasına. Beklemek zorunda kalmıştı üstüne inciler gibi yapışmış kurtlardan kurtulmak için. Yaralarını açmaları...