Uzun zaman oldu senden uzak durmaya çalışalı. Bu mektubu bile kaç defa yazıp geri sildim, en az seni düşündüğüm kadar. Bazı eksik parçalar bırakmak iyi olur derdi hep babam ama artık eksik parça bırakmaktan yorgun düştüğümü bil. Anlaşılmayacak bir şekilde yazmaya karar vermemden böyle yazmam. Bir seni görsem neler hallolacak bir bilsen! Maske takmaktan yoruldum, artık seni geri kazanmak, yüzüne tekrar bakmak, kokunu içime çekmek istiyorum. Yapacaklarım için senden özür diliyorum Melek. Sen benim her zaman ..... bazı sözler hiç sarf edilmemeli demiştin ya hani. Ben o sınırı çoktan geçtim, seni hala seviyor ve özlüyorum. Siyah beyaz bir adam hala çirkin kadınını içinde yaşatıyor. Sen sakın öldürme onu,
Sevgilerle.
Tolga...
Harflerin bile acımasız olduğu zamanlar, kelimelerin karşısında bir o kadar aciz bir o kadar da korkaktım. Sanki üzerime atılan binlerce okun arasında dondurulmuş gibiydim, lime lime kesiyorlardı etimi. Acıyordu. Uzun zamandır uyuşan her yanım, anılarım, canım acıyordu. Oğuz'un gelmesinden bu yana bir kere bile aramadım onu, terk ettim yine onu. Aramalarına cevap vermemem ise içimi kötü yapıyordu. Bu mektubun elime ulaşmasından bu yana ne yemek yemiş ne de yatağımdan kalkmıştım. Hayatla olan o ince bağım tamamen kopmuştu; ne bir istek vardı ne de bir tutam heves. Geçmişe gömmüştüm yine kendimi, asıl beni. Kendimi o karanlık günlerden çıkartamıyordum. Üşüyordum sürekli, ruhum üşüyordu. Anıların soğukluğu, eskiliği üşütüyordu. Canımı uzun zamandır bu kadar sıkmamıştım, bile isteye Tolga'ya yine teslim olmuştum. Mektubun geldiği gün aldırış etmeden evden çıkıp içerek unutmaya çalıştım. Durmadan içtim, bana ilgisi olanlara bile etkisiz eleman gibi davrandım. İzin verdim, dengem bozulmuştu. Hala bozuk!
Ev ahalisi ise ne bir şey söylüyor ne de odama geliyordu. Sanki görünmüyordum ben, yoktum sanki bu ruhsuz evde. Kendimi ne kadar neşelendirmeye çalıştıysam bu ev beni o kadar dibe çekti. Umursamadım, takmadım, gülümsedim ama olmadı. Hep yerin tozunu yuttum, karanlıktan çıkamadı ruhum. Bazı şeylerin söylenmemesi gerek derim ya hani hep, işte söylenmemesi gereken cümlelerden bir tanesi daha içimi dağıttı. Böyle sanki içimi ikiye bölmek istiyorlar gibi, kime dair ne varsa herkes kendi hakkını ikiye bölmek istiyor gibi. Meçhul durumun faili kim belli değil gibi ama herkesin gözü üzerimde. Suçlu benim.
"Bir gün" daha ne kadar berbat geçebilir yakınmasını yapmadım o gün, sadece gülümsedim. Gülümsedim çünkü daha benimle oynanan oyun bitmemişti. Bunu her defasında bir gram mutluluk hissettiğimde karşımda buluyordum. Sanki döndüğüm her virajda aynı tabela vardı, mutluluk kısa karanlık uzun.
Uzunca bir düşünme ve yas tutma zamanımı geride bırakıp usulca yorganımı üzerimden attım. Yıllardır hastaymışım gibi bir yoğunluk vardı zihnimde, sığ insanlarla dolu. Valizimi alıp yatağıma bıraktım, valizden vazgeçip sırt çantama tek bir kıyafet ve mektubu alıp üzerimi değiştirdikten sonra sessiz ve yalnız inimden çıkıp gürültülü ve boş dünyaya kapılarımı açtım.
Ne zor insanın içinden dışına taşınması!
"Haz-el? Kızım ne oldu?" teyzemin yarım gülümseyen ağzı içine top sıkışmış gibi gerildi. Annem ise kapıdan sadece bakış atmıştı. Evet, sonum buydu, "evsiz" bir insandım.
"Gidiyorum" dedim sırt çantamı yere bırakarak. Teyzem ağzını kapatmayı geç de olsa düşünerek üzgün bakışlarıyla baştan aşağı tarıyordu beni.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YANLIŞ KİŞİ
Ficção AdolescenteBir gece kan yağmuruyla yolculamıştı kendini, sallanıyordu denizde sandal gibi. Durmadan sesleniyordu geçmişi, sesleniyor ve yapışıyordu yakasına. Beklemek zorunda kalmıştı üstüne inciler gibi yapışmış kurtlardan kurtulmak için. Yaralarını açmaları...