Bir dünya ne kadar anlamsızlaşır?
Güne kötü haberle uyanıp ayakta kalmaya çalışmak kadar zordu düşüncelerimle yolculuk yapmak. Asla inanamadığım yer ve zamanın içinde yabancı hissediyordum kendimi, bu ben miyim gerçekten? Sürekli dolup taşan gözlerim, sürekli geri gönderdiğim gözyaşlarından ibarettim. Yaşamın her evresini sanki yeni yeni anlıyor ve tanıyordum. İzini taşıdığım son görüntülerin ve omzuma yüklediği acıyla geçmişe bakındım yine. Önümde uzunca görünen yolda annem görünürken geçmişte kıyafetimi çekiştiren bir şeyler vardı; dikkatimi dağıtan, geri dön diye yalvaran.
Bugünde dünyayı sevmedim, değişen bir şey yok. Umutla uzunca yola bakıyorum, sonunu görmek için, sonunda annemi görmek için. Gündüz kayan gökyüzünü sevmediğimi anladım, gözümü yakan ışığı sevmediğimi anladığım gibi. Kalabalığı özlemediğimi anladığım gibi ya da artık heyecanı hissedemediğimi anladığım gibi.
Annemi görecektim ve ben heyecan duyamıyordum, korkuyla karışık acı hissediyordum. Yürüdüğüm yollardaki kötülükler yapışmıştı üzerime, silkelendim eve gidene kadar, azalttım annem için.
Kapalı olan telefonuma bakıp durdum, sürünen ayaklarım bir şeyler anlatmaya çalışıyordu bana ama kulağıma erişemiyordu sesleri. Hakkın olan bir şeyi para vererek almak kadar canımı acıtıyordu adımlarım ya da alamamak kadar canımı acıtıyordu. Son birkaç adımlık mesafe kalmıştı eve ama kilometrelerce uzak geliyordu gözüme, dökülüyordum giderek. Kollarımla bedenimi sardım, biz yeterdik birbirimize. Yeterdim ben.
Renkler o kadar soluk görünüyordu ki hayretle dalmışım bir ara. Yoldan gelmiştim, ondan dolayı mı böylelerdi? Eve bir adım daha attım, o da içim gibi solmuştu sanki, renksizleşmiş iyice, dünya sessizleşmiş iyice. Titreme aldı bedenimi, daha sıkı sardım kollarımı. Bir adım daha attım, bu defa üşümeye başladım, yine o şeyden oluyordum. Şu Tolga'nın babasının bana miras bıraktığı şeyden. Kollarımı yavaşça hareket ettirip ısınmaya çalıştım, zaman yavaşlıyordu ve hoşuma gitmişti. Kapının önündeyim, kalbimde şimdi heyecan hissediyordum, derinlere kadar ulaşan ve bedenime ağır gelen bir heyecan. Buna daha fazla dayanabileceğimi düşünmüyorum ve koşmaya başlıyorum, merdivenleri ikişerli üçerli çıkıp nefes nefese kapıda buluyorum kendimi. 7 numara evet, doğru yerdeyim. Kapıya asılı duran hoş geldin yazısından ve tanıdık kokudan anlıyorum. Derinlere, akciğerimin en küçük bronşlarına kadar çekiyorum bu yoğun kokulu havayı. Özlemi! Usulca kapıya dokunuyorum, sıcacık... İçimden, duygularımdan, hayatımdan daha sıcak. İnsanlardan daha sıcak.
"Ben geldim anne" diyorum ama sesimin varlığından emin değilim. Ah neler oluyor? Şaşkınlıkla uzaklaşıp zile basıyorum. Titreyen ellerimi zapt etmek için diğer elim yardıma koşuyor hemen, iyi ki varsın diyoruz birbirimize. Uzuvlarımla konuşur oldum. Uzun bir bekleyişin ardından dermanımın kalmadığını bilmeme rağmen bir daha zile basamıyorum. Bir defa yeter diyorum kendi kendime.
"Anne?" hissettiğim korkuyu bu defa gerçekten sesli bir şekilde dışarıya yansıtıyorum. Bütünleştiğim kapıya bir daha yapışıp kulak kesiliyorum, ses?
"Hey?" dilime kilit vurulmak üzereydi, son çırpınışlarımı yaşıyordum. Çığlığım son defa ağzımdan çıkıp binayı doldururken kapının önüne yığılmıştım. Yoktu, koca bir boşluğa yine merhaba demiş ve inanmıştım. Onca yol, onca terk edişler, onca acıların, onca dokunuşların ve kandırmaların merhemini aramak için gelmiş ama yine boşluğa uzanmıştım. Yanlış yolda mıydım yoksa?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YANLIŞ KİŞİ
Teen FictionBir gece kan yağmuruyla yolculamıştı kendini, sallanıyordu denizde sandal gibi. Durmadan sesleniyordu geçmişi, sesleniyor ve yapışıyordu yakasına. Beklemek zorunda kalmıştı üstüne inciler gibi yapışmış kurtlardan kurtulmak için. Yaralarını açmaları...