Disfruto

360 28 14
                                    

Bölüm şarkısı: Carla Morrison-Disfruto

Bölüm 3: Ruhumun solukları, şeytana nefes oluyordu.

Zihnimin derinliklerin de saklanan geçmiş, göğüs kafesime pençelerini geçiriyordu.

Aldığım nefeslerin ciğerlerime ulaşamadığını hissediyor, bir ölünün atmayan kalbine sahip olduğumu düşünüyordum.
Belki haykırıyordum, belki de sandığım kadar çıkmıyordu sesim.

Anlayamıyordum.

Bu denli büyük bir acıyla hâlâ nasıl yaşayabildiğimi.
Eğer tanrı gerçekten bizlere taşıyamayacağımızı düşündüğü hiçbir acıyı vermiyorsa beni gözünde fazla büyütmüş olmalıydı.

Dayanamıyordum.

Gözümün önünde yaşanan şeylere akıl sır erdiremiyordum. Yaşarken kendi mezarımın başında ağlıyordum. İnandığım tanrı bana yüz çeviriyordu.

Nefes alırken boğulmak nasıl bir histi?
Bunu bana öğretmişti. Can çekişmelerimi ezbere biliyordu. Elimi uzatıyordum tutmuyordu. Biliyordum, tanrı bir yerlerde beni izliyordu. Belki de bana benden daha yakın bir yerdeydi. Ama neden kendini bana hissettirmiyordu?

Acımı hissedebiliyor musun tanrım?
Eğer hissediyorsan biliyorsundur canımın nasıl yandığını.

Ruhuma bir şeyler batıyor, bedenim acıyor. Öyle çok acıyor ki tonlarca yükün altında ezilmişim gibi hissediyorum.

Telefonum bir kaç saatin ardından aralıklarla çalmaya devam ediyordu.
Açmak istemiyordum. Açacak kadar güçlü değildim. Bitik hissediyordum.
Sesimi bulamıyorum, konuşamıyorum. Sadece ağlıyorum.

Ağlamak bile zorken ağlayamamak ne demek çok iyi biliyordum. Bütün nefretim, acım, hasretim. Her şeyim içimde bir volkan gibi birikiyor patlamayı bekliyordu. Ve şuan ağlıyordum, ağlayabiliyordum. İçimi akıtabildiğime seviniyordum. O kadar uzun bir süre ağlamamıştım ki şimdi kendimi dipsiz siyah bir kuyuya yüz üstü bırakmışım gibi hissediyordum.

Bir sonu yoktu. Başlangıcı çok belliydi.

Beyaz, temiz sayfamın üzerinde kazılı duran bir başlangıç tarihi vardı. Ölüm gelip beni kucaklayana ve ölümden sonra yaşayacağım hayata kadar bu tarih kaderimin en kanlı lekesi olarak sayfalarımın her birinde yer alacaktı.

Soğuk bir rüzgar esti geçti yanımda oturan ruhumla aramızdan. Kısa bir bakışma geçti aramızda. Sonra gözden kayboldu. Yara bere içinde kalmış yüzünü gördüm. Avuç içlerim sızladı. Yüzümü örttüm.

Bir kayanın üzerinde oturuyordum. Sıcak havaya rağmen bu sefer içim soğuktu. Üşüyordum. Her şeyi o odada bırakıp evime gitmiştim. Üzerimde ki kirli öfkeyi temizlemek ister gibi kendimi banyoya atmıştım.
Her şey o kadar hızlı gelişiyordu ki hayatın hızına yetişemiyordum. Dizlerim çürüyene kadar üzerlerine düşüyordum ama sanki hiç yorulmuyordum.

Evde duramamıştım. Nefesimi daraltan bir sürü şey vardı. Duvarlar üzerime üzerime gelmişti. Oturduğum yerde parmak uçlarım bile titriyordu. Canımı en fazla yakan ise; salonda asılı olan büyük tabloydu. Annemin gözlerinin parıldadığı o güçlü tablo, kalbime batmıştı. Kendimi dışarı, bu deniz kenarına atmam saniyelerimi almıştı.

Ciğerlerim parçalanana kadar koştum, kendi sesimi duymayıncaya kadar bağırdım. Boş sokaklar, boş duvarlar ayaklarımın altında ezildi.
Koştum.
Tüm şehir sesimi duydu.
Tüm şehir bu gece çığlığımı duydu.
İstediğim kişi duymadı ama bütün dünya haykırışıma ortak oldu. Sesime bir çocuğun parmak uçları dokundu, kemiklerini yandı.

After The Match •Taekook•Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin