"Çıkışa giden yollar her daim çıkmazdan geçer..."Aynada ki yansımama bakıyordum. Kırdığım aynalardan değildi bu sefer baktığım. Aynaların suçu olmadığını anladığımdandır, kırmıyordum uzun zamandır. Sorun bendeydi. Karşısına ne geçerse onu yansıtırdı neticede. Kendimi kırıyordum bende.
Parçalıyordum...Sen bir hiçsin ,Vera.
Acınası haldesin ,Vera.
Kirlisin, Vera.
Omuzlarımı biraz geçen saçlarıma baktım. Şefkatli bir el dokunmamış gibi kırılmışlardı. Gibi mi? Değil. Dokunulmuştu; lakin şefkatle değil. Zaten ötesi yoktu bunun da. Göz altlarıma baktım. Biri Mora çalmıştı fırçayla. Kurumuş dudaklarım ve kireç gibi yüzümle ; yıkımdan başka bir şey değildim.
Sen bir enkazsın, Vera...
Öyleydim. Yıkılmıştım. Kimse çıkartmaya da çalışmamıştı. Üstelik, molozların altında kalan bedenim değildi, ruhumdu. Çünkü şu hayatta inandığım bir şey varsa, o da, ruha alınan yaraların ölümsüz olduğudur. Ölsem dahi, peşimden benimle gelecek yaralarım vardı...
Musluğu açıp, yüzüme soğuk su vurdum. Bu kendime gelmek adına sürekli tekrarladığım bir şeydi. Havluyla yüzümü kuruladığımda kirpiklerim ıslak kaldı. Hoş, benim gözlerim hep ıslak, hep buğulu bakardı. İnsana da , Dünya'ya da...
Gözlerim bu aralar derinde bakıyordu, birine...
Şu an evinde olduğum, yatağında uyuduğum birine...
Bora'ya...
Dün ki yıkımdan sonra, kendimi kaybetmiştim. En son çimlerin üzerine uzandığımı anımsıyordum. Sonrasında burnuma dolan ahşap kokusuyla beyaz bir çarşafın üstünde uyandım. Dün istediğim hiç bir şey yolunda gitmemişti. Polat onun yerini söylememişti. Elimde silahla dakikalarca ona yalvarmıştım. Yalvarmamın en ilginç yanı , onun yerini öğrenmek için değil, onu öldürmemek içindi. Bu Veranın yabancısı olduğu bir şeydi. Oysa Burcu'ya bunu yapacağım zaman hiç tereddüt etmemiştim. Hiç ölmemesini dilememiştim. Veya onu affetmeyi. Polatı öldüremediğimde onu orda bırakmak zorunda kalmıştım. Öldürmeden....Ve, bu da veraya çok ters bir davranıştı. Bende, kendimi kendime hapsettim. Saatlerce neden böyle olduğunu sorguladım. Neden yapamadığımı, neden bu sefer kıyamadığımı düşündüm. Sonra anımsadım... beni merakla izleyen bir çift göz vardı o gün...Bora beni değiştiriyordu. Bora beni yontuyordu. Bora...
Ah! Bora...Bütün hayatımı, kalan bütün ömrümü ; bu yola adamışken, sen, ne ara bir kanser misali sızdın düşüncelerime? Öyle sessiz, öyle sinsi...Bir halt anlamamıştım.
Zehir gibi beynim, bi duygulara anlam veremiyordu.
Kapı tıklandığında lavabodan çıktım.
Bora karşımdaydı.
"Uyanmışsın"
"Bence ayılmışım, çünkü en son bayılmıştım"
Bora tebessüm etti.
"Ben uyuduğunu sanıyordum" dedi gülümseyen dudaklarının altından.
Uyuduğumu inkar etmeye çalışıyordum.
Çünkü ilk defa, gerçekten beni ayakta tutmaya yetecek kadar değilde, uyumaktan başım ağrıyacak kadar çok uyumuştum."Sen öyle zannetsende olur" dediğimde tebessümü hala yüzündeydi.
"Kahvaltı hazır" dediğinde kafamı salladım.
Onunla birlikte odadan çıkıp alt kata inmiştik.
Salondan mutfağa geçtiğinde, kahvaltının mutfak masasına hazırlandığını anlamıştım. Boranın peşinden mutfağa girdiğimde; sade ama güzel duran bir kahvaltı masası gördüm.Sandalyeyi kendime doğru çektim.
"Sen mi hazırladın" diye sordum.
"Evet" Sesinin tınısı "ne yani hazırlayamaz mıyım" der gibiydi...
"Kötü durmuyor"
Bardaklara çay doldururken söylediğime karşılık bana baktı.
"Güzel duruyor da diyebilirdin" dediğinde çayları doldurmuştu.
"Güzel duruyor, Bora" dedim sitemle.
Bunu neden söylemiştim bilmiyorum. Çünkü vera insanları razı etmeye çalışmazdı.
Onu mutlu etmek istedin , Vera.
Hıh diye bir ses çıkardığında gülesim gelmişti. Ama gülmedim. Vera gülmezdi.
"Yumurtayı nasıl yediğini bilmediğim için hem rafadan, hem kızartma yaptım"
Senin yumurtayı nasıl yediğini en son kim merak etti , Vera?
Hiçkimse.
Ben yumurta yemezdim ki...
Ben, nefsimi doyuracak kadar yer sonra kenara çekilirdim. Ama bunu ona söylemek istemedim.
"Fark etmez" dedim ve Haşlanmış yumurtayı direkt ağzıma attım.
O da tabağına bir şeyler almaya başladı. Sonra kendine ne koyduysa bana da aynısını koymaya başladı.
"Ne yapıyorsun" diye sordum.
"Küçücük bir şey kalmışsın, ye onları"
Bir an ellerimi nereye koycağımı bilemedim. Ne söyleyeceğimi de...
Sadece kafamı sallamakla yetindim ve tabağa gömüldüm....
Şimdi ise ellerimizde kahve Bora'nın terasında oturuyorduk. Kahvemden bir yudum alıp, kafamı sandalyenin üst kısmına yaslayıp yukarı bakmaya başladım.
"Bunu çok yapıyorsun" Bora bunu dediğinde pozisyonumu bozmadan cevapladım.
"Neyi?"
"Yukarı bakmayı"
Tebessüm ettim. Bora yine bana bunu yaptırmıştı....
Sen tebessüm etmezsin, Vera...
"Yeryüzünde bi çare olmadığında, yeryüzünde beni anlayacak kimse olmadığında, bende gökyüzündekine çeviriyorum yüzümü"
Sonra doğrulup devam ettim.
"Allah heryerdedir. Ama Dilek kapısı gökyüzünde olduğu için oraya bakmak rahatlatıyor"
Bora yine, beni anlamaya çalışır gibi bakıyordu.
"Ne diliyorsun"
"Beni kendimle başabaşa bırakmamasını"
"Yalnızlığı seviyorsun sanıyordum"
"Öyle değil, Bora. Beni kendimle bırakmasın çünkü beni bana bıraktığında yapacaklarımın önüne geçemiyorum. Mesela geçende yanımdaydı, bunu hissettim"
"Polat mı?"
Kafamı olumlu salladım.
"Yanımdaydı çünkü ona aklımdan geçenleri yapamadım"
"Sen bambaşkasın" Bora bunu dediğinde gözlerim gözlerindeydi. Bu söz yine kalbime farklı hissettirmişti. Ne söylemem gerektiğini kestiremeyeceğim şeyler işitiyordum. Oysa ben her zaman ne söyleyeceğimi bilirdim. Bende omuzlarımı silkip tekrar yukarı bakmaya başladım.
"Sende öylesin, Bora"
Sende öylesin...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
V E R A
Science Fiction"Vera" dedi, ben ona dalmışken. "Efendim" "Çok güzelsin" Şimdi kalbim; ölüme atlamak üzere olduğum zamanlardaki gibi hızlı çarpıyordu...Bora, benim çok derinlere gömdüğüm duygularımın toprağını kazıyordu. Oysa gömülü olanı çıkartamaz, aksine kend...