❄️Elimdeki şarap kadehini sıkıca avucumun içinde tutuyordum. Öyle ki her an sıkmaktan parçalanabilirdi.
"Hey, yapma şunu." Dedi Adrian öfkemi ve şokumu çıkarmak üzere olduğum şarap kadehini elimden çekerken.
Okuduğum şeyler, beynimin içinde önce sakince dans ediyor ve daha sonra birbirlerine çarparak un ufak olup üzerime dökülüyordu. Hiçbir şey anlamıyordum. Hiçbir şey bilmiyordum.
Her şeyi biliyorsun, diye fısıldadı içimden bir ses.
Ruh paylaşma büyüsüyle ilgili okuduğum satırların bitmesinin hemen ardından çığlık atmak, tüm rafları devirmek ve her şeyi birbirine katmak istedim. İçimde beni yakıp kavuran anlamsız bir öfke vardı ve kendimle birlikte her şeyi yok etmek istiyordum. Öyle ki bir anlığına kontrolü kaybetmekten korkmuştum. Ama bu sefer farklıydı. Öfkem öylesine büyüktü ki yapabildiğim tek şey öylece kitlenip kalmak olmuştu.
Tamamen şoktaydım. Ağzımı açıp tek kelime bile edememiştim. Arkası dönük sessizce son kitaplığı inceleyen Adrian'a seslenmek için çabalasam da sanki ses tellerim kesilmiş gibiydi. Tek yapabildiğim şey öylece yanan meşaleden yükselen alevi izlemekti. Yaklaşık on beş dakikanın sonunda kitaplıkla işi biten Adrian arkasını döndüğünde benim kireç rengine dönmüş suratımla karşılaşmıştı. İşin daha da kötü yanı, söylediğine göre gözlerim kırmızıydı.
Adrian büyük bir panikle yanıma koşmuş, ellerimin arasından kayıp giden kitabı yavaşça alıp okumuştu. O kitabı okurken bakışlarımı bir saniye bile meşalenin alevinden alamamıştım. Yaptığım hiçbir şey bilinçli değildi. Adrian bana bir şeyler söylüyordu, ona tek kelimelik cevaplar veriyordum fakat her kelime dudaklarımdan çıktığı an buharlaşıyordu ve hafızamdan siliniyordu.
Sonunda ne yaptığımın bilincinde bile olmayarak kadehteki şarabı tek nefeste bitirdim ve kadehi avuçlarımın arasına alarak sıkmaya başladım. Bir şeyler hissetmek istiyordum. Birkaç cam kesiği bile olsa herhangi bir his istiyordum. Çünkü her şey tamamen donuktu.
Saphire yaşıyordu. Bunu bana söyleyen şey okuduğum satırlar değildi. O satırların bana hissettirdikleriydi.
O satırları okurken damarlarımdaki kanı hissetmiştim ve bu yaşadığım en korkunç histi. Kanımın her bir damlasını ve damarlarımdan ilerleyişini hissetmiştim. Ama bunun anlamını bilmiyordum.
Saphirenin yaşıyor olması imkansızdı. Elementler normal insanlardan çok daha uzun yaşıyor olsa da bu kadarı tamamen hayal olurdu. Ama olmuştu işte.
Mümkün olmadığından emin olduğumuz çok şey olmuştu.
Bunun anlamı, Saphire'nin bana büyü yapmış olmasıydı. Ruhunun yarısını benimle paylaşarak beni kendi kanından ve ruhundan olmaya mecbur etmiş, zamanla onun kontrolü altına girmemi istemişti. Bahsedilen bedel benim ruhumdu. Fakat eğer gerçekten yaşıyorsa öyleyse neredeydi? Ya da bu büyünün bozulmamış olması için yaşıyor olması haricinde bir yol var mıydı? Ruhumu kaybedip onun kontrolüne girdiğimde ne olacaktı?
Ve kendi ruhumu tamamen kaybetmek için ne kadar sürem daha kalmıştı?
"Lydia, kendine gel." Dedi Adrian sonunda çenemden tutup kendine doğru çevirerek.
Boş bakışlarla ona baktım. Hiçbir şey hissedemiyordum. Korkum bile tamamen çekilmiş ve beni bir boşluğun, yüzlerce metre derinliğinde bir deliğin en dibine bırakmıştı. Öylesine hissizdim ki çevremdeki cisimler bile anlamını yitiriyor gibiydi. Her şey soyutlaşıyordu.
"Gidiyoruz." Dedi Adrian tepkisizliğimin onu korkuttuğunu belli eden bir ses tonuyla.
Sessiz kalmak istemiyordum, keşke konuşabilseydim. Keşke ağlayabilseydim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HAVANIN SINIRI: İÇİMDEKİ GÜÇ (YENİ)
Novela JuvenilKanayan avuçlarıma baktım. Onun için kendi ruhumdan vazgeçeceksem, kolay bir şeçimdi. Zaten onu ilk gördüğüm andan beri ruhumun her bir parçası ona aitti. Ve onun olmayacağı bir hayatta neler eksik kalırdı, neler yarım yaşanırdı bilmiyordum ama e...