Cama çarpan yağmur damlalarının yavaşça aşağı kayışını izledim. Bunu kaç dakikadır yaptığımı bilmiyordum. Bildiğim tek şey ise sonsuza kadar burada böylece oturabileceğimdi.Adrian'ın elimin üstünde duran parmaklarına dokundum. Parmaklarımı yüzük parmağında duran yüzüğe doğru götürdüm. Hareketli mavinin tonlarındaki sıvıyı seyrettim. Kendi yüzüğüme ve onunkine son yarım saat içinde belki de yüzüncü kez dokunuyordum. Bu anlamlandıramadığım bir şekilde kendimi iyi hissettiriyordu.
Yanıbaşımda duran müthiş parfümü bir kez daha derin bir nefes alarak içime çektim. Bu tanıdık koku ilk defa adını söylemekten korkmadığım o duyguyu çağrıştırıyordu. Sevgi. Saf ve sonsuz bir aşk.
Her şey çok yeniydi. Yarım saat önce öğrendiğim şeyler bu kadar hızlı hazmedilebilecek şeyler değildi. Hala hayatımın iki kişilik olduğu gerçeği mantıksız geliyordu.
Korkuyor olmam gerekiyordu. Ya da en azından endişeleniyor olmalıydım. Ama hissettiğim tek duygu mutluluktu. Ruhumun hafiflediğini hissediyordum.
"Gitmemiz gerekmiyor mu?" Dedim sonunda istemeyerek de olsa.
Adrian değişik bir şekilde homurdandığında güldüm. Yarım saate yakın süredir uçurumun kenarındaydık. Adrian'ın beni şehre götürdüğü uçurum.
Yavaş yavaş hafifleyen yağmuru izliyorduk. Adrian sürücü koltuğundaydı. Yan koltuğunda oturmam yeterince yakın gelmemiş olacaktı ki ben de sürücü koltuğunda kucağında oturuyordum. Dizlerimi toplayıp koltuğun kenarına koymuştum. Adrian kollarını mümkün olduğunca sıkı bir şekilde bana sarmıştı. Başımı göğsüne yaslamış, kalbinin ritmini dinliyordum. O da çenesini başımın üstüne koymuş, arada bir saçlarımı okşuyordu. Bu duygu nasıl tanımlanırdı bilmiyordum ama, sanki huzurun kollarında oturuyor gibiydim.
Orada ne olduğundan tam olarak emin bile değildim. Onu sevdiğimi söyledikten sonra her şey bulanıklaşmış gibiydi. Adrian'ın birkaç saniye şok içinde baktığını ve konuşmadığını, daha sonra ise yağmurun altında dakikalarca öpüştüğümüzü kesik kesik gözümün önüne getiriyordum. Sonunda bir şeyler yerine oturduğunda Adrian şehre dönmeyi kesin şekilde reddedip beni buraya getirmişti. Açıkçası aptal doğum günü partisine gitmemek de umrumda değildi. Adrian'a yakınsam olmayı tercih edebileceğim başka bir yer yoktu.
Yine de tüm şehri düşman edinmemek adına Adrian'ı yarım saat içinde şehre götürmeliydim. Sonuç olarak ondan bugün ben sorumluydum ve böyle bir sorumsuzluk yapmak istemiyordum.
"Bence gitmemeliyiz." Dedi Adrian sonunda konuşarak.
Gülüp başımı iki yana salladım. Buraya geldiğimizden beri ufak tefek cümleler hariç uzun konuşmalar yapmamıştık. Ama ne düşündüğünü anlamak zor değildi. Her şeyden öte, bunu hissediyor gibiydim. Bu doğum gününü kutlamak istemiyordu. Her doğum günü gibi bu da ona annesini hatırlatacaktı.
"Miya beni öldürsün diye mi?" Dediğimde oflayıp elini saçlarına götürüp karıştırdı.
O partiye gitmemenin bir yolu olmadığının kendisi de oldukça farkındaydı.
Derin bir nefes aldım. Söyleyip söylememekte oldukça kararsızdım ama içini rahatlatacak bir şeyler duymasını istiyordum.
"Şehre dönmek istemiyorsun çünkü, annenin anısına ihanet ettiğini düşünüyorsun. Öyle değil mi?" Dedim aniden.
Bir an duraksadığımda aniden ağzımdan çıkan cümleden pişmanlık duydum. Adrian'ın bu derece hassas olduğu bir konuda böylece konuşmam doğru değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HAVANIN SINIRI: İÇİMDEKİ GÜÇ (YENİ)
Dla nastolatkówKanayan avuçlarıma baktım. Onun için kendi ruhumdan vazgeçeceksem, kolay bir şeçimdi. Zaten onu ilk gördüğüm andan beri ruhumun her bir parçası ona aitti. Ve onun olmayacağı bir hayatta neler eksik kalırdı, neler yarım yaşanırdı bilmiyordum ama e...