14

90 11 34
                                    

MEDYA : Maxim

Bucky Barnes - Rasputin

İtalik konuşmalar İngilizce

Yaşadığımın farkına vardığım andan beri şans hiç benimle olmamıştı. Bu yüzden her şeyin en kötüsünü düşünür, ihtimaller arasından en düşük olanı değerlendirirdim. Böylece işler istediğim gibi gitmediğinde en başından buna hazırlıklı olur ve üzülmezdim. Ama şu anki durumun ihtimal dahilinde olacağı aklımın ucundan bile geçmemişti. O buradaydı. Türkiye'de. İstanbul'da. Okulumda. Aynı katta. Tam karşımda.

Benim aksime o hiç şaşırmamış gibiydi. Belki de beni tanımamıştı. Neredeyse zoraki olarak burada olduğunu ona bakan herkes söyleyebilirdi. Ama alaycı bakışlarından da bir şey kaybetmemişti.

"Hey!" Bakışlarımı ondan çekmemi sağlayan şey Alisa'nın sesi oldu. Maxim'e o kadar odaklanmıştım ki onu unutmuştum. Kollarını bana doladığında bakışlarımı Maxim'den çekebilmiştim. Ona karşılık verdim.

"Seni tekrardan canlı gördüğüme inanamıyorum."

"Sen? Nasıl oldu bu? Burayı, bu okulu nasıl buldun?" Kelimeleri toparlamakta çok zorlanıyordum.

"Aslında yakın zamana kadar hangi okulda okuduğunu sana sormayı planlıyordum. Ama sen Snapchat'te okulunu konumla birlikte paylaşınca sormama gerek kalmadı. Anneme söyledim ve o da çok fazla yabancılık çekmemizi istemediği için kabul etti." Ellerini iki yana kaldırdı. "Buraya taşındık."

Dönem başından beri söylediğim yalanlar bir bir aklımdan geçti. Başımın dönmeye başladığını hissettim.

"Çok uzun hikaye, sana daha sonra anlatacağım. Ve sen şu an çok kötü görünüyorsun. Gözlerin! Sanırım senin de bana anlatacakların var. Pazartesi günü görüşürüz." Koşturarak üst kata, muhtemelen müdürün odasına çıktı.

Bakışlarımı tekrardan Maxim'e çevirdim. O hâlâ olduğu yerden hareket etmemişti. Arkamda beni izleyen Dilara ve Hayal'e döndüm.

"Hilal," dedi Dilara endişeyle. "İyi misin sen? Çok daha kötü görünüyorsun." Midemdeki sıcaklık yükselirken koşarak Maxim'in yanından geçtim ve tuvalete gittim. İşler sarpa sarınca midemin bulanmasından nefret ediyordum.

Uzun süre devam ettim. İşim bittiğinde bile tuvaletten çıkamadım. Dışarı tekrar çıkarsam, onu tekrar görürsem ne yapacağımı bilmiyordum çünkü. Okulun benden ne beklediğinden de emin değildim. Uzaktan selam vermemi, koşup boynuna atlamamı, belki de öpmemi? Eğer bunları bekliyorlarsa pek de haksız sayılmazlardı aslında. Uzak mesafe ilişkisi yaşarken kızı görmek için Rusya'dan gelen sevgili. Onu nasıl karşılamalıydım? Muhtemelen şu an sergilediğim davranış hariç her şekilde olurdu.

Düşündükçe dün geceden beri akıttığım gözyaşlarına yenilerini ekledim. Ağlamayacağımdan emin olduktan sonra tuvaletten çıkıp soğuk suyla yüzümü yıkadım. Aynadaki yansımam sabahkinden çok daha korkunçtu. Gözlerimde beyaz sayılabilecek herhangi bir kısım kalmamıştı, ortadaki küçük mavinin etrafı tamamen kırmızıydı. Her kırpışım inanılmaz acı veriyordu. Düşen yaşları silmediğim için yüzüm de gergindi. Gerçekten berbat haldeydim.

En sonunda cesaretimi toplayıp sınıfa geri döndüm. Neyse ki o artık orada dikilmiyordu, gitmişti. Sırama dönüp koluma yattım ve uyumaya çalıştım.

"Hilal?" Dilara uyumama izin vermemişti. "Ne oldu bebeğim, neden gitmedin çocuğun yanına? Arkandan baktı o kadar, yanına gelirsin diye bekledi. Hiç selam bile vermedin." Boşluğu izlemeye devam ettim. Verecek bir cevabım yoktu.

YİNE YENİ YENİDENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin