Nğasıl bğdğun???? (Nasıl buldun??)
Sırıtıyordum, çünkü konuşması gerçekten çok güzeldi.
Ellerim istemsiz bir şekilde saçlarıma giderken, yavaş bir şekilde -anlamasını umarak-
"Güzel buldum." Dedim. Ama anlamayarak yüzüme baktığında hüsrana uğramıştım.Telefonumu çıkartarak tekrardan not uygulamasını açtım.
-Güzel buldum.
Kafasını sallayarak gülümsemesini devam ettirirken ben de bir şeyler yazmaya devam ediyordum. Yazma işini bitirince ekranı ona çevirdim.
-Neden mesaj yazmadın?
Mesajı okuyunca yüzünü aşağı eğdi. Mahçup bir şekilde sırıttığını görebiliyordum. Daha sonrasında telefonu hızlı bir şekilde aldı ve yazmaya başladı. Bunların hepsi, birkaç saniye içinde oluyordu. El hareketli gerçekten takip edilemiyecek kadar hızlıydı.
Telefonu hızlıca kaldırarak, gözüme kadar getirdiğinde, birkaç saniye ekranda yazanı okumaya çalıştım. Gözlerimi ekrana kilitledim.
-Şey, aslında yazmak istedim. Ama utandım. Çünkü bilirsin, seni baymak istemezdim.
Telefonu suratımdan çektiğinde yüzüme bakıyordu. Kocaman olan gözlerini bana kilitlemişti. Bense gözlerimi kaçırmakla yetinmiştim. Sohbeti devam ettirmek istiyordum. Ama o sırada yer masasına gelen garsonla ortamın büyüsü kaybolmuştu.
Öncelikle, İzuku'ya karşı tekrar el hareketleri yaparak bir şeyler sordu -yani ben öyle umuyorum- sonrasında kafasını bana çevirerek konuşmaya başladı.
-Efendim, ne istersiniz?
-Şey, İzuku ne aldıysa, bana da ondan getirir misiniz?
-Oh, pekala.
Elindeki kalemle siparişimi not alırken tekrar ağzını araladı:
-Siz, onun nesi oluyorsunuz?
-Ah, aslında arkadaşıyım galiba. Birkaç gün önce tanıştık.
-Anlıyorum. Aslında, bu beni mutlu etti. Çünkü Midoriya hemen hemen herkese ısınmayan biridir.
-Öyle mi? Galiba buna sevinmeliyim.
-Sevinmelisiniz.
Göz kırptıktan sonra masadan uzaklaştı. Kafamı tekrardan karşımdaki adama çevirirdiğimde bana bakıyordu.
-Nğe shipağris eğttğin? (Ne sipariş ettin?)
Bunu söylediği sırada kahkahama engel olamamıştım. Kocaman kahkahamla gülerken kafamı yere eğmiştim. Tekrardan yüzüne bakıcaktım ki, masadan önüme sarktı ve bir anda elini kaldırarak kafama hızlı bir şekilde vurması saniyeler almıştı.
Kafama yediğim sert darbeyle gözlerimi kocaman açarak ona baktım. Kaşlarını çatmıştı. Yanaklarım bu sırada, hissettiğim utancın etkisinden alev alev yanarken o sadece sinirle bana bakıyordu.
-Kğonusmağm, cğok mu koğmik? (Konuşmam, çok mu komik?)
Bense bunu söylediği sırada yerin dibindeydim. Çünkü -kahretsin- asla böyle bir saygısızlık yapmaya hakkım yoktu.
Gözlerimi hızla kırpıştırdım ve ellerimi çarpı işaretine benzer bir şekilde yaparak yukarı kaldırdım. Kafamı hızla "HAYIR" anlamında salladım. Bu sırada, yüzüne bakamıyordum ve gözlerimi kapatmıştım.
Bir tepki vermesini bekliyordum-sonuçta bence ne demek istediğimi anlatmıştım- sonra yavaşça gözlerimi açtım.
Kıkırdıyordu. Ama benim aksine, kahkasını elleriyle gizlemeye çalışıyordu. Daha sonrasında benim anlamamış olduğumu fark edince kahkahasını kesti ve yüzüme baktı.
Bana bakarak tekrar kıkırdadı. Ben de zoraki bir şekilde gülümsemekle yetinmiştim. Diğer konuya gelirsek, yani neden yazmaya utandı ki?
Önümüzdeki dakikalarda telefonuma telefon numarasını ekledikten sonra daha kolay olduğu için mesajlaşmaya başladık. Çünkü hem daha fazla rezil olmak istemiyordum hem bu daha mantıklıydı. Bu sırada sipariş ettiğimiz şeyler de gelmişti.
Şu ana kadar hakkında öğrendiklerim şunlardı;
27 yaşındaydı. Üniversiteden sonra, iş bulması zor olduğundan bir kaç ay boyunca işsiz dolaşmış ve insanlarla iletişim kurmayı denemiş, lakin bu pek bir işe yaramamış. Daha sonra bu çay bahçesini keşfetmiş. Göründüğü gibi aslında bu çay bahçesi işitme engelliler için özel olarak açılmış. Yani içinde çalışan elemanlarda işaret dilini biliyorlar. O da bunu öğrendikten sonra bir kaç kez buraya uğramış ve daha sonra burda yarı zamanlı garson olarak çalışmaya başlamış. Bunu duyduğumda gerçekten mutlu hissetmiştim.
Onunla konuşurken bir şey fark etmiştim. Galiba kendine yakın hissettiği kişilerle işaret diliyle değilde, normal bir insan gibi konuşuyordu. Zaten konuşmamızı mesajlaşma üzerinden yapıyorduk. Ama çoğunlukla konuşarak anlaşmaya çalışıyordu. Bu hali hoşuma gitmişti. Çünkü konuşurken daha rahat gözüküyordu.
-Yağni, sğen 25 yğşındasığ, dğeğil mi? (Yani sen 25 yaşındasın, değil mi?)
Kafamı salladım. Garip bir şekilde onu anlamakta zorluk çekmiyordum. Ama o bazenleri ne dediğimi anlamıyordu.
İşitme duyusunu 5 yaşındayken, bir kaza sonucu çok uzun süre kulakları basınca maruz kalınca kaybetmiş. Yani aslında bu yüzden konuşabiliyor -kısmen-
-Evet. 25 yaşındayım.
-Yağni, beğn seğin ağbin mi oğuyorum?
(Yani ben senin abim mi oluyorum?)Yüzüne küçümseyici bir gülümse yer alırkan bende başımı salladım.
-Evet kısmen..
Uzun bir süredir bu çay bahçesinde konuşuyorduk. Havanın öğleye kıyasla daha da soğudunu fark ettiğimizde ayrılmaya karar verdik. Cidden uzun süredir bu kadar iyi bir sohbet yapmamıştım.
Saatimi kontrol ettiğimde 17.35 idi. Eve gitmek istemiyordum. Çünkü evde çok sıkılıyordum. Ama hayat öyle tuhaf ki, şu an eve gidiyordum
Eve varmama çok az kalmıştı. O sırada telefonum titremişti. Ama daha kontrol etmemiştim. Kapıya vatdığımda anahtarı elime almıştım. Anahtarı kapıya sokup çevirmiştim, kapıyı açtığımda tekrar köpeğime sarılıp salona girdim. Tuhaf bir biçimde çok uykulu hissediyordum. Kendimi koltuğa atıp gözümü kapattım. Ve kısa sürede uykuya daldım.
görüşürüz
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İşaret Dili | Bakudeku
Genç Kurgu"Sen.. sen duymuyor musun?" Izuku duyma engelli biridir. Belki de bu o kadar da kötü değildir. -özgünlüksüz