☠Bölüm 10☠

18 5 0
                                    

                                                         Jefi
 
Bir kumsaldaydım. Deniz masmaviydi ve güneş ışınlarıyla parıldıyordu. Etrafta benden ve ilerideki taş evden başka bir şey yoktu. Kumdan kalkıp eve doğru yürüdüm. İçindeki kimlerin ya da nelerin olduğunu bilmiyordum ama beni oraya çeken bir şey vardı. Kapı açıktı fakat önünde tel takılıydı. Teli dışarıya doğru çekerek açtım ve içeriye girdim. Evin içi de tamamen taştandı. Taştan bir şömine vardı. Taşların rengi siyaha dönüktü. Şöminenin etrafındaki beyaz koltukların deseni güldü ve güllerin rengi narçiçeğiydi. Narçiçeğinden perdeler ve aynı renkten ortada küçük bir pelüş bir halu duruyordu. Üstünde oval cam sehpa vardı. Sehpanın üstünde beyaz gülden bir vazo duruyordu. iki yanında da kırmızı kalp şeklince mumlar. Şöminenin üstünde kocaman asılı bir çerçeve çekti dikkatimi. İrem ile benim dans eder gibi bir fotoğrafımızdı bu ama ben bu resmi daha önceden hiç görmemiştim. Hatta o anı hiç yaşamamıştım bile. İrem’in üstünde… Allah’ım üstünde gelinlik vardı ve benimde smokin. İşte şimdi öldüğümün resmiydi.
 
Afallamış bir şekilde fotoğrafa bakarken mutfaktan bir tangırtı koptu ve sıçrayarak yuvarlak kemerden görünen mutfağa baktım. İrem, askılı bir badi ve kısacık bir şort giymiş granit mermerin üstünde domates doğruyordu.
 
“İrem?”
 
“Günaydın!” dedi bana gülümseyerek. “Bende ikimiz için kahvaltı hazırlıyordum.”
 
“Kahvaltı mı?” ne zaman buraya gelmiştik acaba?
 
“Evet, bugün benim kahvaltı hazırlama günüm unuttun mu yoksa?”
 
“Ne?” ona yaklaşıp elindeki bıçağı aldım ve sarıldım. “Neler dönüyor burada?” sorum onu hızla benden ayrılmasını sağladı. Gülen suratı birden asıldı ve etraf silikleşmeye başladı. Sanki bir döngünün içinde yuvarlanıyormuşum gibi dönüp durdum ve sıçrayarak gözlerimi açtım. Bunun rüya olduğunu İrem’in odasında uyandığımda anladım. İrem'in dolaba yaslanmış kızgın bakışlarla bana baktığını görünce de gerçekliğe birden dönüverdim.
 
“Beni kurtarmışsınız.” Dedim sırıtarak. Üstünde benim bluzum vardı ve çok tatlı görünüyordu. “Bundan sonra bana küçük gelen bluzları sana vereceğim. Çünkü buradan bakınca çok…”
 
“Kapa çeneni, Jefi.” Ellerini yumruk yapıp sıktı. “Şuanda seni duvardan duvara çarpmamak için öfkemi dizginlemeye çalışıyorum.” O sırada kapı açıldı ve Mengüer ile Göker girdi. Göker’in üstü kan içindeydi. İrem, koşarak onların önüne dikildi. “Neler oldu? Halledebildiniz mi? kayıp var mı? Varsa kaç kişi?”
 
“On yolcu öldürüldü.” Deyince Göker bakışlarını öfkeyle bana çevirdi. “O aptal kafanı vurup giderken bizi düşündün mü acaba?” diye çıkıştı bana ve ben tam ağzımı açarken devam etti. “Bu bir tuzaktı. Seni kurtarmak için toplanacağımızı biliyorlardı. Aykut arayıp haber vermese kim bilir daha kaç kaybımız daha olacaktı!”
 
“Bu onun suçu değil!” dedi İrem. “O sadece o küçük…”

“Onu savunma İrem.” diye araya girdi Göker. “Ben orada bana güvenmeleri ve benim yanımda güvende olmaları için bir sürü vaatlerde bulunuyordum. Şimdi ise on kaybımız var. Söyler misin dışarıdaki başıboş gezen yolculardan kaçı inanır bana?”
 
Mengüer iç çekti. “Göker haklı. Belki şimdi içerdekilerden bile orayı terk etmek isteyenler çıkacak. Adamlar direkt kuleye daldılar.”
 
İrem, elini alnına götürüp ovmaya başladı. “Onlara biz inandırırız. Mengüer’le ikimiz binanın etrafına ve kapılarına mühürler çizeriz.”
 
Mengüer, işaret parmağıyla başparmağını şıklatıp İrem’e uzattı. “İrem çok haklı. Bunu daha önceden de düşünebilirdik. Mühür yaparsak büyücülerin girmelerini engelleyebiliriz. En azından ışınlanarak giremezler. Kapılara da yeni bir mühür oluşturabilirim. Bunun için hemen işe koyulmalıyım.” Deyip kayboldu.
 
“Üzgünüm.” Dedim Göker’e. Göker bir an kırmızı gözbebeklerini bana dikti sonra yatağın üstündeki yastığı alıp kafama geçirdi. “Eşek herif! Ödümüzü patlattın. Ayrıca kardeşimi de çok fena kırdın. Bunun için seni lime lime edebilirim.”
 
“Aslında benim suçum yoktu.” dedim yataktan kalkarak. “Adam arabanın içine ışınlandı ve bundan da onemlisi birisi İrem’i her gün her saniye takip edip uzaktan fotoğraflarını çekmiş. Onu yakalamamız gerekiyor.”
 
“Ne?” diye bağırdı İrem. “Fotoğraflarımı mı çekmiş. Çok sapıkça!”
 
“Niyetlerini bilmiyorum. Bana bir şey anlatmadı. Sadece bana fotoğraflardan ikisini gösterdi.” aklıma gelince sinirim tepeme çıkmaya başlamıştı. “Bu yüzden spora falan gitmeni istemiyorum.”
 
İrem, işaret parmağını havaya kaldırıp bana doğrulttu. “Buna karışamazsın! İstediğim yere istediğim gibi giderim!”
 
“Hayır, gidemezsin ve gitmeyeceksin!”
 
“Öyle mi?” elinden aşağı sarkan bluzun kolunu dirseğine kadar sıvadı. “Sen giderken ben karışabiliyor muyum ki sen bana karışıyorsun?”
 
“Üzgünüm dedim ya! O sırada bunun aptalca olduğu aklıma gelmemişti.”
 
“Kabul etmene sevindim.” Diye bağırdı İrem saçındaki tokayı koparırcasına çıkarıp fırlatırken. “Gerçekten aptalcaydı!”
 
“YETER!” diye bağırdı Göker. “Kesin birbirinize bağırmayı.” Hızla bana döndü. “Şu röntgenci şerefsizi tarif et bana.”
 
“Koca kafalı ahmağın tekiydi.” Dedim bağırarak. Ellerimi yumruk yapmıştım ve bütün kaslarım kaskatı kesilmişti. Göker bu erkeksi tavrımdan anlamıştı ne hissettiğimi.
 
“İrem hakkında bir şeyler söyledi, değil mi?”
 
Elimi sallayıp berjere attım kendimi. O adamı bulup doğduğuna pişman etmek istiyordum. Kendi ellerimle öldürmeyi her şeyden çok istiyordum. İrem, yanıma gelip elini elimin üstüne koydu ve parmaklarımı gevşetti. “Jefi, ne söylediyse unut gitsin. Bu kadar gerilmeni gerektirecek bir şey yok. O büyücü yakınıma bile gelemez.”
 
Göker, ikimize baktı ve dişlerini sıkıp bir adım yaklaştı bize. “O adamın tarifini istiyorum, Jefi. Duydun mu beni?” dedi ve ben başımla onaylayınca kapıyı arkasından kapatarak bizi yalnız bıraktı. Ne abi ama! Hem ona dokunmama kızıyor hem de bizi yalnız bırakıyordu. Elimi tutan elini tutup kendime doğru çektim onu. Kucağıma oturdu ve kedi gibi kıvrılıp yanağını göğsüme yasladı. İşte bu an benim için dünyalara bedeldi. Bana kimsenin olmadığı sadece ikimizin olduğu dünyayı yaşatıyordu. Onu çok seviyordum ama nedense bu cümleyi hala ona karşı söyleyemiyordum. Sanki söylesem bu büyü bozulacaktı ve onu kaybedecektim. Derin bir iç çekince İrem kafasını kaldırıp bana baktı.
 
“Ne düşünüyorsun öyle?”
 
Asice gözlerinin önüne düşen saçı kulağının arkasına soktum ve yanağını okşadım. O kadar güzeldi ki. Porselen bebekleri hatırlatıyordu. “Hiçbir şey.” Dedim.
 
Gözlerini kısıp bana baktı ve elini yumruk yapıp göğsüme geçirdi. “Yalan söylüyorsun, Jefi Varol ve bu hiç hoş değil.”
 
Gülümsedim ve yumruk yaptığı eli tutup dudaklarıma götürdüm. Her bakışı beni kendisine daha da büyülüyordu. Bir an aklıma dedemin verdiği yüzük geldi ama henüz zamanı vardı. En azından şu çocuk olayını halletmemiz gerekiyordu. “Yarın spora gidecek misin?”
 
“Tabiki de gideceğim. Röntgenci sapık ruhlu büyücüler var diye hayatımdan vazgeçemem. Üç aydır normal yaşıyordum ve bozulması için çok erken, Jefi.”
 
Haklıydı. Üç ay boyunca görüşemesek de buna hasret kaldığını hissetmemek mümkün değildi. üç aydır sıradan insan hayatına öyle kaptırmıştı ki kendini yüzünde güller açıyordu. Spora yazılmıştı. Alışverişe gidiyordu hatta kızlar gecesi bile düzenliyorlardı. Buke ile iyi anlaşmaya çalışıyordu. kız bana asıldığı halde. Bu onu kendisini ne kadar sıradan bir insan olduğunu hatırlatıyordu. Tek derdinin sevgilisine asılan kızla uğraşmak zorunda olduğunu düşünmek.

“Tamam. Ama yarın bende seninle geliyorum.” Dedim. O da o mavi güzel gözleriyle bana baktı. Parmaklarını uzatıp alnımda gezdirdi. O sırada gözlerinde büyük bir acı belirdi ve gözlerinden yaşlar süzüldü. İçimi paramparça eden o gözyaşlarını hemen sildim. “Prenses?”
 
Kucağımda daha da yayıldı ve boynuma doladı kollarını. “Canını çok yaktılar mı?” diye sordu.
 
Kafamı iki yana salladım. “Hayır, prenses. Canımı yakamaz onlar benim. Canımı yakmak için iki üç yumruktan daha fazlası gerekiyor.”
 
Dudaklarını boynuma yapıştırınca istem dışı bir kesik nefes aldım. Ellerimi sıkıca sardım beline. O kadar inceydi ki fiziği. Bu aralar ikimizde daha da kilo vermiştik. Buna bir el atmanın zamanı gelmişti de geçiyordu bile. Dudaklarını boynumdan çekip dudaklarıma götürdü. Bütün sevgisiyle öptü dudaklarımı. İnce ve küçük parmakları saçlarımın arasında geziniyordu. Elini bluzun eteğinden içeriye sokup sıcak tenine dokunduğumda irkildi.

“Seni seviyorum, Jefi.”
 
Onu kucağımda sıkıca tutup o iki sözcüğün verdiği heyecanıyla yatağa yatırdım. Üstümdeki kanlı gömleğin düğmelerini açmaya başlamıştı ki lanet olasıca kapı çalınınca ikimizde doğrulup sakin bir nefes aldık. Azra ve Aras içeriye girince bakışlarımla Aras’a küfürleri peş peşe sıraladım. Aras bunu anlayınca yayık bir şekilde gülümsedi.
 
“Buda sana ceza olsun.” Dedi kulağıma doğru.
 
“Nasılsın, Jefi?” diye sordu Azra.
 
İrem, derin derin aldığı nefesi düzene sokup ayağa kalktı. Üstündeki bluzumu kollarıyla sardı. Kokumu içine çektiğinin farkındaydım. Gözlerini sımsıkı kapatmıştı bu benim gülümsememe sebep oldu. “İyiyim.” Diye cevap verdim sorusuna keyifli ses tonuyla. Ama gözüm hala İrem’deydi. Sesimin tonunu duyunca gözlerini açıp bana baktı. Mutlu olmuştu hemen. Sadece ses tonum bile yetiyordu onu mutlu etmeye.
 
Aras, elini İrem’in az önce açmak için uzandığı gömleğimi işaret etti. “O kanlı şeyden kurtulmak gibi bir niyetin yok sanırım, kardeşim.”
 
Ona tek kaşımı kaldırıp manalı bir bakış attım. Ayağa kalkıp kulağına eğildim. “Birkaç dakika daha sabretmiş olsaydın üstümde bu gömlek olmayacaktı. Bilmem anlatabildim mi?”
 
Aras kahkahayı patlatınca kızlar dönüp bize baktı. “Ne oluyor?” diye sordu Azra Aras’a bakarak. Aras omuz silkip berjere oturdu.
 
“Bir şey yok, sevgilim. Sadece Jefi’yi cezalandırıyorum.” Ellerini Azra’ya uzattı ve Azra’da tutunca kucağına çekip oturttu. İrem, yanlarından geçip banyoya girdi ve birkaç dakika sonra gelip boynuma sarıldı.
 
“Burada kalan kıyafetlerinden koydum banyoya. Havluda çıkardım. Kurtul şu kanlı kıyafetlerinden. Gördükçe içime dokunuyor.”
 
Belinden kavrayıp sımsıkı sarıldım ona. Beni düşünmesine de bayılıyordum. Alnına upuzun bir öpücük kondurup banyoya girdim.

KEŞİŞLER (Karanlık Güçler Serisi II)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin