☠Bölüm 1☠

61 8 0
                                    

    KAYIPLAR
 
 
                                                                      İrem

Büyük savaşın üstünden tam üç ay geçti. Her şey o kadar çok normaldi ki elimde olmadan bu normal hayatın büyüsünün bozulmasından korkuyordum. Göl evinden ayrıldığımızdan bu güne çok şey değişmişti. Aras, şatoyu satmış elindeki parayı bankaya yatırmıştı. Abimin evinin ilerisindeki boş müstakil evi almıştı. Jefi ile birlikte orada kalıyorlardı. Azra ve Irmak’ın polisteki kayıtları silinmiş abim sayesinde zararsız bir şekilde kurtulmuşlardı. Azra’nın ve Irmak’ın hatta benim bu seneki okul kaydı da yanmıştı. Aldığımız onca puan suya düşmüştü.
 
Mengüer ve abim kuleyi elden geçirmiş güvenliğini artırmışlardı. Hatta içindeki büyük salonlardan birini spor odası olarak düzenlemiş Aras ile Jefi’nin eğitim vermelerini istemişlerdi. Üç ay boyunca Jefi ile Aras onlara eğitim veriyor, ben ve Azra’da sıradan kızlar gibi geziyor alışverişte kendimizi kaybediyorduk. Mutluyduk. Her ne kadar sevgililerimizi göremesek de üç ay önceki halimizden iyiydik.
 
Azra ile ben sporu bırakmamış normal insanların olduğu spor salonuna yazılmıştık. Şimdide yan yana koşu bandında koşuyorduk. Karın kaslarımız hafif belirginleşmişti ama ben oldum olası kaslı kızlardan hoşlanmamışımdır. Bu yüzden plates dışında ve koşu bandında koşmaktan başka bir şey yapmıyordum. Kaslandığımı hissettiğimde yağlı yiyecekler tüketiyordum. Boyum 1.65’di ve kilom 47’di. Ben sadece bunu korumak için elimden geleni yapıyordum.
 
“Baksana, şu spor hocası içine giriyor. Jefi duyarsa onu öldürür.”
 
“Saçmalama, Azra. İçime falan girdiği yok.”
 
Azra, gülümseyip düğmelere bastı ve koşu bandından indi. Boynundaki havluyla yüzündeki terleri kuruladı. “Bence dikkatli olmanda fayda var.” Deyip duş almak için gözden kayboldu.
 
Spor hocamın adı Serkan’dı. Uzun boylu ve o TV’lerde gördüğünüz gibi sırf kastan oluşan erkeklerdendi. Jefi’nin gövdesinde ki kaslar sıradan ve sadece baklavalardan oluşuyordu ama bu itici derecede kaslıydı. En nefret ettiğim iki şey kaslı erkek ve kaslı kadındır.
 
Azra’nın dediğini düşünüp kafamı adama çevirdim. Ona baktığım anda ağzı kulaklarına vardı ve eliyle ‘muhteşem gidiyorsun’ cümlesini ifade edecek bir işaret yaptı ve ben o anda kusmak istedim. Hemen düğmeye basıp hızla duş kabinine gidip duşumu aldım. Giyindikten ve saçlarımı kuruladıktan sonra spor çantamı kaptığım gibi Azra ile vedalaşıp arabaya bindim. Hızla arabayı kuleye sürdüm. Arabamı gören yolcular hızla kapıyı açtı ve kapıdan içeri girdiğim an motoru durdurup arabadan dışarı fırladım.
 
“Arabayı park edin. Bu gece burada kalacağım.”
 
“Tamam, küçük hanım. Nasıl isterseniz.” Ona gözlerimi devirip başımı iki yana sallayarak baktım. Bana bu şekilde seslenmeleri hoşuma gitmiyordu. Onlar benim için sıradan insandan farksızdılar ve onlara emir veren kişi ben değildim. Bu yüzden onların ne efendisi ne de küçük hanımları oluyordum. Düşüncelerimden sıyrıldıktan sonra hızla abimin odasına gittim. İçeride yolcularla masada oturmuş toplantı yapıyordu. Oda dikdörtgendi ve duvarlarda resim sergilerinden alınan tablolar asılıydı. Avize top şeklindeki sarkaçlarıyla tavandan aşağıya doğru uzanıyordu ve topları kristallerden oluşuyordu. Avize toplantı masasının tam ortasına denk gelecek şekilde asılmıştı. Kristalleşmiş ışıklar toplantı masasının üstünde dalgalanıyordu. Kapının tam karşı duvarında konsol vardı ve üstündeki yapay çiçek ve dekorasyon süs eşyalarıyla donatılmıştı. Duvarın iki köşesinde uzun saksı çiçeği bulunuyordu ve masanın altına kaliteli bir İran halısı serilmişti. Masanın rengi siyah, sandalyelerin hepsi de deriden oluşuyordu. Oda tam Mengüer’in zevkini kapsıyordu. Onun dizayn ettiği nasılda belliydi.

Gözlerimi odadan Abime çevirdiğimde onun kaşlarını çatmış ciddi bir şey konuştuğunu anlayınca biraz şaşırdım. Çünkü ben bu duruma hala alışmakta zorluk çekiyordum. Farkında olmadan kahkaha attım ve herkes dönüp bana bakınca elimle ağzımı kapattım.
 
“Şey, siz devam edin. Ben burada bitene kadar uslu duracağım.”
 
Göker, gülümsedi. Gözlerini tam karşısında oturan Aykut’a geri çevirdi. “Söylediklerimi unutmayın. Başıboş gezmekte olan Yolcuların hepsinin toparlanıp buraya getirilmesini istiyorum.”
 
Aykut, kafasını öne doğru eğip selam verdi ve ayağa kalktı. Peşinden diğer yolcularda kalkıp selam verdikten sonra hızla odayı terk ettiler. Bende böylece Kral abimle baş başa kaldım. Kendisi her ne kadar safkan Yolcu olmasa da babamın mesleği ona geçmişti ve onun güçlerinin daha fazlasını içinde barındırıyordu. Ayrıca benim gibi bir melezdi.
 
“Sen gerçekten bu işi kaptın.” Dedim sırıtarak.
 
Ellerini ceplerine koyup dişleri görünecek şekilde sırıttı. “Kanımda var. Unuttun mu?” sonra yanıma gelip omzuma kolunu koydu. “Bugün evde olacağını sanıyordum.”
 
Omuz silktim. “Seni görmek istedim. Spordan sonra direkt buraya geldim ve ayrıca açlıktan ölmek üzereyim.”
 
“Hemen bir şeyler hazırlatayım.”
 
“Hayır!” diye araya girdim. “Aslında dışarı çıkıp bir şeyler yiyelim mi diye soracaktım.”
 
Göker, gözlerini devirdi ve uzun bir süre düşündü. “Haberlerde kar fırtınası olacağını söylediler. İstersen bir şeyler alıp eve geçelim. Uyar mı?”
 
Gözlerimi şaşkınlıkla açtım ve olduğum yerden sıçrayıp kollarımı abimin boynuna doladım. “Yani bu gece benimle mi kalacaksın?”
 
“Kalmamak için bir sebep göremiyorum. Aykut bensizde bayağı iyi idare ediyor. Hem önemli bir şey olursa cep telefonumdan ulaşabilirler. Sende beni buraya ışınlarsın.” Dedi ve göz kırptı. Abimin bu kadar çok yakışıklı olmasının dışında seksi olması da onu kıskanmama sebep oluyordu. Çünkü ne zaman birlikte bir yerlere gitsek kızlar abimi yiyecek gibi, bana da dünyanın en zavallı böceği gibi bakıyorlardı. Bu beni gerçekte sinirlendiriyordu.
 
Abim hazırlanmak için yanımdan ayrıldığında ben bir çırpıda koşup spor salonuna gittim. Burası çok ve çok büyük bir salondu. Yerler tamamen minderlerle kaplatılmıştı. Kapının karşısında kalan duvar ve sağ taraftaki duvar tamamen aynayla kaplanmıştı. Diğer duvarlar ise kılıçlarla süslenmişti. Salonun tam ortasında üç adet kum torbası asılıydı. Kapının yanındaki boşlukta dört adet havlu dolabı, bir adet ecza dolabı ve küçük mini dolap vardı. Birde duvara monte edilmiş müzik çalar.
 
Kapıdan içeri girdiğimde Jefi, gri bol spor pantolonunu giymiş üstünde de terden sırılsıklam olmuş siyah sporcu atleti vardı. Saçları, terden alnına ve ensesine yapışmış ama hala birbirlerine karışmış halde duruyorlardı. Onun bu asi saçlarına bayılıyordum. Hatta onun her şekline bayılıyordum ya, neyse.
 
Jefi’nin dövüştüğü yolcu beni fark edince gözlerini açıp anında olduğu yerde durdur ve başını eğerek bana selam verdi. Bunu yapmalarından acayip derece rahatsızlık duyuyordum. Jefi, belini kıvırarak bana döndü. Beni görünce bütün vücuduyla döndü ve bana doğru yürümeye başladı. Onun bana her yaklaşmasında, her dokunuşunda, her gülüşünde ve her öpüşünde kalbim yerinden fırlayacakmış gibi hissediyordum. Tam burnumun dibine kadar gelince durdu. Bir an hiç durmayacak sandım.
 
“Ne işin var burada prenses?” diye sordu gözlerimin içine bakarken.

Alnına yapışan birkaç tutamı geri çektim. “Seni özledim. Üç aydır doğru dürüst görüşemiyoruz ve bu benim canımı sıkıyor. Ayrıca çok yoruluyorsun.”
 
O dolgun dudağının bir kenarı yukarıya kıvrıldı ve gözlerinin maviliği parlamaya başladı. “Merak etme, prenses. Aykut benim yerimi almak üzere. Öğrenme kabiliyeti mükemmel. Onun bir melez olduğuna bahse girerim. Onun kanında seyyahlıkta var.”
 
O kelimeyi duymak bile artık bende mide bulantısı hissi yaratıyordu. Yüzümü buruşturdum. “Şeytan olmasını tercih ederim.” Cümlemi duyan Aras tek kaşını kaldırarak bana bakınca kızardım. “Yani sen hariç, Aras sen Seyyahların en hasısın.” Tamam, artık susmam gerekiyordu ve sustum. Aras, sırıtarak elindeki kılıcı çevirmeye devam etti.
 
“Ee, buraya sadece benim işimi bölmek için gelmedin sanırım.”
 
Kafamı iki yana salladım. “Abimle eve dönüyoruz. Yani aslında senin de gelmeni isteyecektim ama…” az önce dövüştüğü yolcuyu işaret ettim. “…Müsait olmadığının farkında olduğum için vazgeçtim maalesef.”
 
Elini başımın yanından duvara yasladı ve ağırlığını sol bacağına verip sağ bacağını kıvırıp önünden geçirdi. “Bunu yapmak zorundayım, İrem biliyorsun. Yolcu sayısı en son sayımda sekiz yüz elliye çıktı ve inan hepsi paldır güldür kavgaya karışan tiplerden. Teknikleri sıfır ve abini koruyamayacak kadar da dövüşten bir haberler. Bu bizi süper hızda yoruyor. Onları gruplar halinde çalıştırmaya başladık. Her gün yirmişer kişilik bir grubu eğitiyoruz.”
 
“En son bana on demiştin.” Derin bir nefes aldım. Üstündeki spor pantolonunu baktım. İpini sıkarak bağlamıştı ve bu hiç hoşuma gitmedi. “Ayrıca şu haline bak. Yakında sadece kemik kalacaksın.”
 
Elini baktığım iplere indirdi. “Merak etme. Baş başa zaman geçirdiğimiz zamanlarda yağlı yemeklerden bol bol yeriz. İkimiz de!”
 
Öfkeyle sesli bir nefes verdim. “Bunu abimle konuşacağım. Bizim erkeklerin yarma gülü olan hocamız bu işe çok uygun görünüyor. Onu alsın senin yerine.” Jefi’nin kaşları çatıldı ve gözleri kısıldı. Eyvah! Ona hocamızın bayan olduğunu söylemiştim. Hızla dudağından bir öpücük kondurup kapıdan fırlayacaktım ki kolumu öyle bir hızlı tutup beni kendine döndürdü ki nutkum tutuldu. Hapı yutmuştum.
 
“Erkek yarma gülü derken?” diye sordu ve sert ses tonuyla ekledi. “O öpücükle de beni kandıramazsın.”
 
“Ya, tamam. Sana yalan söyledim ama inan bana bunu kötü amaçla yapmadım.”
 
“Yalanın iyi amacı olduğunu pek sanmıyorum.” Dedi. Eyvah, kaşları daha da çatılmıştı ama o kadar çok tatlıydı ki boynuna atılıp sarılasım geliyordu ama yapamazdım. O kızgınken bu numaraları asla yemezdi.
 
“Ama var. Sen burada kısılıp kalmış sürekli bana spor salonunda neler olduğunu soruyordun bende sana bayan bir hocamızın olduğunu söyleyerek senin rahatlamanı sağlamak istemiştim.” Ona en şirin ve en masum bakışımı fırlattıysam da suratı bir milim bile gevşemedi.
 
“Neyse. Buradan kaçtığım bir an gelir görünürüm.” Sonra suratı biraz gevşeyince içim rahatladı. Arkasına dönüp kum torbasını pataklayan yolcuya baktı. “Şimdi onu eğitmem lazım. Onu tek eğitiyoruz çünkü oda Aykut gibi yetenekli yolculardan biri.”

“Anlıyorum.” Dedim ama suratım asılmış olacak ki bir anda yüzümü iki elinin arasına aldı ve alnıma upuzun bir öpücük kondurdu.
 
“Bunları telafi edeceğim. Asma yüzünü.”
 
İlk ofladım sonrada gozlerimi devirdim. “Tamam. Gidip seni rahat bıraksam iyi olacak.” Dudaklarına öpücük kondurdum. “İşin bitince mesaj at, lütfen. O cep telefonu sevdiklerimize ulaşabilmemiz için yapılmış. Cebinde dursun diye değil. Parmaklarını tuşlara götürüp iki cümle yazmaya zorlayabilirsin kendini.”
 
Suratında anında serseri sırıtışı belirdi ve ben onun ne diyeceğini söylemeden anladım. “Parmaklarım çok kıymetli ve yapabileceği daha önemli işleri olmalı.” Ve evet. Tam da tahmin ettiğim gibi.
 
“Dediğin gibi olmalı ama henüz hiçbir…” aman Allah’ım ben ne diyordum böyle hemen elimi ağzıma götürüp kapattım ama Jefi, kahkaha atıyordu. Rezillik. Bütün kan yüzüme sıçramıştı ve ben o kadar utandığımı daha önceden hiç hatırlamıyordum. “Kapa çeneni!” diye bağırdım en sonunda.
 
Ellerini teslim olmuşçasına yukarıya kaldırdı. Hala sırıtıyordu. Hem de öyle sıradan bir sırıtış değildi bu. Bütün yüzünü kaplayacak ve içinde bin bir türlü sapıkça şeyleri barındıracak türdendi. “Ben hiçbir şey demedim.” Dedi. Hızla kafamı iki yana sallayıp kendime sövdüm ve hızla spor salonundan çıkıp kendimi dışarıya attım. Buz gibi hava ısınmış yüzüme çarpınca ilk önce afalladım sonra utanmamı hafifletince sevindim. Abim kendi arabasının kaportasına oturmuş beni bekliyordu. Elimi montumun cebine tıkıştırıp abime doğru yürüdüm. Ocak ayı her senekinden daha çok sertti ve dışarda gezmenin imkânı kesinlikle yoktu.

KEŞİŞLER (Karanlık Güçler Serisi II)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin