☠Bölüm 5☠

17 8 0
                                    

Adam resmen basmıştı bizi. Utancımdan neredeyse yerin dibine girecektim. Tamam, belki sadece dans ediyorduk ama birbirimize çok yakındık. Aramızda bir santim bile yoktu. Mengüer sırıtarak kendini tekli koltuğa attı.
 
“Ee, görüşmeyeli nasılsınız?” diye sordu, alaycı ses tonuyla.
 
Jefi, elini saçında gezdirip Mengüer’in karşısındaki koltuğa oturdu ve yanında bana da yer açınca bende oturdum. “Bizi nasıl buldun?”
 
Mengüer, işaret parmağıyla beni göstererek “Bağı kullandım.” Dedi. “Ama amacım sizi basmak ya da huzurunuzu kaçırmak değildi.” dedi ve elini açınca içinde katlanmış bir kâğıt belirdi. Jefi’ye uzattı. Jefi, uzanıp aldı ve katlanmış kâğıdı açınca yazıyı okumaya başladı. Bende eğilip okudum ve neredeyse küçük dilimi yutacaktım. Mengüer’in tuttuğu notta kayıp listesi ve yaşları yazıyordu.
 
“Hepsi on yaşından küçük. Neler oluyor Mengüer?”
 
Mengüer, ayaklarını öne uzatıp bileğinde çaprazladı. “Hepsi büyücü ve aklımı kurcalayan tek soru amaçlarının ne olduğu. Asıl ilginç olanı ise kayıplar üç ay önce başlamış.”
 
Hızla ayağa fırladım ve bir elimi alnıma dayadım diğerini de belime. “Bu rastlantı değil, değil mi?” Mengüer kafasını iki yana sallayınca beynimden aşağı kaynar su dökülmüş gibi hissettim. “Nerede oldukları hakkında ipucu falan bulabildin mi?”
 
“Hayır, ama birkaç büyücü arkadaşlara haberi ulaştırdım. Herhangi bir şey olursa haber verecekler.”
 
Jefi, telefonu çıkarıp kâğıdın üstünde yazılı olan listenin fotoğrafını çekip kâğıdı geri Mengüer’e uzattı. “Keşişler yardım edemezler mi?”
 
Mengüer, kâğıdı katlayıp cebine sokuşturdu. “Son olanlardan sonra hiçbir keşiş diğer ırklarla görüşmeyi kabul etmiyor.”
 
“Sizce onları bir ordu yaratmak için mi kullanacaklar?” diye sordum. Soruma Mengüer hüzünlü bakışıyla karşılık verince Jefi’nin yanına geri oturdum. “Küçükleri orduda ne amaçla kullanabilirler ki? Yetişkin büyücülerden çok daha kont…” sustum. Tabi ya kontrolsüz olmaları onların işine geliyordu. “Bunu yapamazlar.” Dedim.
 
Mengüer, ayağa kalktı. “İzin vermeyeceğiz.”
 
“Anlayamadığım şey.” Dedi Jefi. “Bu orduyla ne yapmayı planlıyorlar? Sana ve İrem’e karşı bu orduyla hayatta kafa tutamazlar. Bunu en son yaptıklarında olanları kendi gözleriyle gördüler.”

Birden gözlerimi açarak çığlık attım. “Çocuklara zarar veremeyeceğimizi biliyorlar.”
 
Jefi, kafasını iki yana salladı ve ellerini belime dolayıp beni kendine çekti. “Hayır, bunun ucunda daha farklı şeyler var. Onları sadece ordu için kullanamazlar. Daha büyük bir plan olduğundan eminim.”
 
Normal hayat bizim için imkânsız olmalıydı bunu net olarak anlamıştım. Kafamı Jefi’nin göğsüne yasladım. “Ne olduğunu çözmek için ne yapmamız gerekiyor peki?
 
“Siz sadece gözünüzü dört açın yeter. Şuanda neler olup bittiğini tam olarak bilmiyoruz.” Mengüer bakışlarını bana çevirdi. “Bunu aklına takayım deme. Daha ortada hiçbir şey yok. Duydun mu?”
 
Zoraki kafamla onayladım ama biliyordum ki bunu kafama takacaktım ve Mengüer’de biliyordu ki kafama takıp kendimi üzüp duracaktım. Jefi’nin telefonunu kapıp listedeki yaşlara bir daha baktım ve içim burkuldu. Bunu kim ne için yaptı bilmiyordum ama bu o kadar gaddarcaydı ki. Çocukların en büyüğü dokuz, en küçüğü altı yaşındaydı. Boğazım düğümlendi adeta. Nefes almakta zorlandım ve hızla ayağa kalkıp camlardan birini açıp nefes almaya çalıştım.
 
“İrem!” dedi Mengüer. “Sana söylediğime pişman etme beni!”
 
“İyide en küçüğü altı yaşında, Mengüer. O küçücük çocuk annesine muhtaç ve kim bilir ne kadar çok korkuyordur. Düşünmek dahi istemiyorum.”
 
Mengüer, ellerini cebine soktu. “Ben şimdi gidiyorum. Sizde dikkat çekmeden sağı sola araştırın yeter.” Gitmeden önce son kez bana şöyle bir bakıp toz bulutuyla ortadan yok oldu. Bakışlarımı Jefi’ye çevirdim ama onun durumu da benden farksızdı. Hatta benden daha beter görünüyordu. Camı kapatıp yanına oturdum.
 
“Jefi, sen iyi misin?”
 
Yutkunup bakışlarını bana çevirdi. “Atilla’nın bana yaptığı şeyle umarım uzaktan yakından alakası yoktur. Oda beni kullanmayı planlamış, dedemden ayırmıştı. Bende üç yaşındaydım, İrem. O çocukları bulmak zorundayız.”
 
Elimi gömleğinin üstünden göğsüne dayadım ve kafamı boynuna yasladım. “Seninki daha da kötüydü, Jefi. Ama artık onların hepsi geride kaldı ve sen özgürsün. Seni etkilemeye çalışan kimse yok. Emirlerine uymak zorunda olduğun kimse yok.”
 
Kollarını belime dolayınca bende kucağına tırmandım. Kedi gibi kıvrıldım kucağında ve nefes alışının hızının bana dokunuşundan dolayı değil de öfkeden olduğundan biliyordum. Nefesi boynuma çarpıyordu ama emindim ki şuan aklındaki tek şey çocuklardı ve böylece romantik gecemiz sona ermişti. Biraz sessizce öyle oturduktan sonra Jefi beni kucağından indirip montunu giydi.

“Nereye gidiyorsun?” diye sordum. O cevap vermek yerine montumu bana uzattı. Bende sessizce alıp giydim. Jefi, mikrodalgadaki pizzaları alıp elimden sıkıca tuttu ve birlikte arabaya bindik. Motoru çalıştırmadan önce pizzaları yedik ve Jefi kirli tabağı arabadan eve geri ışınladı. Sonra hızla motoru çalıştırıp gaza bastı. “Jefi?”
 
“Efendim?”
 
“Nereye gidiyorsun?”
 
“Seni eve bırakıyorum.” Dedi ve dikiz aynasından arka yola bakıp kavşaktan hızla döndü. O kadar ani bir dönüş oldu ki omzumu cama çarptım.
 
“Jefi, kendine gel!” diye bağırdım arabada ama Jefi beni duymuyor gibiydi. Bende arabayı o kadar hızlı sürmesinden dolayı yolları bile görmüyordum. Kemerimi bağladım ve ellerimi konsola dayadım. Öyle sıkıca tutundum ki tırnaklarımın ucu bembeyaz olmuştu. Gözlerimi de kapatınca midem bulandı. “Jefi, yavaşla!” Jefi yavaşlamıyor daha da hızlanıyordu ve ben yolun ortasında yapmamam gerekeni yaptım. Büyü gücümü kullanarak arabayı ani frenle durdurdum. Sanırım bu yaptığım en büyük hataydı. Araba ani fren yüzünden arkadan öne doğru havalandı ve ben bütün büyü gücümü kullanarak arabanın havada asılı kalmasını sağladım. Sonrada yere dört tekerleklerinin üstünde durmasını. Gözlerimi açıp şaşalamış şekilde bakınırken, hızla kemerimi çıkarıp kendimi arabadan attım ve kustum. Ben kusarken Jefi’nin arabadan indiğini hissedince elimi arkaya çevirip önüne görünmez duvar koydum. Çünkü şuanda yanıma gelmesini istemiyordum. Görünmez duvara çarpınca “İrem!” diye bağırdı. Ben omzumda takılı olan çantadan ıslak mendil çıkarıp ağzımı sildim. Ayağa kalkıp ona döndüm.
 
“Senin derdin neydi öyle?” diye bağırdı bana. “Az kalsın bizi öldürüyordun.”
 
“Benim derdim neydi öyle mi?” ellerimi kendime doladım. “O kadar hızlı sürüyordun ki kaza yapmamız an meselesiydi.”
 
“Kaldır şu duvarı, İrem.”
 
Kafamı hızla sağa sola salladım. “Hayır, nereye gidiyorsan git. Ben kendim giderim.” Cevap vermesini beklemeden etrafa baktım ve odama ışınlandım. Hala midem bulanıyordu ve olanların şokunu atamamıştım. Çantayı yere fırlatıp attım ve tam montumu çıkarırken Jefi’de odama ışınlandı.
 
“Üzgünüm, İrem. O kadar çok gaza yüklendiğimin farkında değildim.”
 
Ona uzun uzun baktıktan sonra kusmanın bıraktı acı tadı atmak için banyoya girdim ve dişlerimi fırçalamaya başladım. Oda arkamdan içeriye geldi ve kollarını belime doladı. “Üzgünüm, prenses. Gerçekten üzgünüm.”
 
Ağzımdaki biriken macunu tükürüp çalkaladım ve kollarının içinde ona döndüm. Bu sefer belimi sıkıca sardı ve beni kendine çekti.
“Nereye gideceksin, Jefi?” diye sordum fısıldayarak. Tek başına bir işe kalkışmasını istemiyordum.
 
“Tanıdığım birkaç büyücü var. Onları ziyaret edeceğim.”
 
“Bunu yapma. Ya da izin ver bende geleyim seninle.”

KEŞİŞLER (Karanlık Güçler Serisi II)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin