İrem
Evin içinde huzursuz bir şekilde bir ileri bir geri yürüyor laminant parkeleri resmen aşındırıyordum. Aras, sırtını mutfak tezgâhına yaslamış Jefi’ye daha önceden işitmediğim küfürler saydırıyordu. Azra ise tekli koltuğa bağdaş kurup oturmuş beni izliyordu.
“Telefonunu neden kapatır ki? Onun buraya ayak bastığı anı sabırsızlıkla bekliyorum. Mahvedeceğim onu!” diye haykırdım. “Hatta mahvetmeyecek bütün derisini vücudundan sıyıracağım.”
“Mengüer bir şey söyledi mi? hala ulaşamamış mı?”
Elimde sımsıkı tuttuğum telefonu çeneme dayadım. “Hayır. Oda şuanda bizden farksız ve Jefi’yi bulduğu anda onu öldürecek.”
“Bunu yapması gerçekten cesur olduğunu…”
“Kapa çeneni, Azra. Hiçte cesurca falan değil. Tamamen aptallık bu.” Azra’ya bu şekilde bağırmak istemezdim ama onun bu durumda bu kadar rahat olmasını anlayamıyordum. Onca yaşadıklarımızdan sonra böyle olması beni şaşırtıyordu.
“Üzgünüm ama Jefi’den bahsediyorsunuz. Sandalyeye bağlasanız da işe yaramazdı. Aklına eseni gene yapacaktı. O yüzden burada delirmek yerine onun gelmesini sakin bir şekilde bekleyebilirsiniz.”
Aras, yaslandığı tezgâhtan bir ok gibi fırlayıp uzaklaştı. “Sakince beklemek mi? onu buna yaptığından dolayı pişman edeceğim.” Aras, ellerini ensesinde kavuşturup derin bir nefes aldı. Onun için ne kadar zor olduğunu biliyordum. Ailesinden geriye sadece Jefi kalmıştı. Kendi derdimi bırakıp onun yanına gittim ve elimi omzuna koydum.
“Ona bir şey olmayacak. Güven bana. Buna asla izin vermem.” Sonra derin bir nefes alıp TV sehpasının üstündeki kayık kâseye yaklaştım. Dizlerimin üstüne çöküp içindeki kolyeyi alıp avucuma aldım. Ne yaptığımı fark eden ilk Azra oldu.
“Bunu gerçekten yapacak mısın, İrem? Bunu daha yeni atlattın zaten.”
Onlara döndüm. İkisi de acıyan gözlerle bana bakıyordu. Ama kararlıydım. Hissedeceğim acı umurumda değildi. Tek düşündüğüm Jefi’nin nerede olduğunu öğrenmekti. “Yapmak zorundayım. Bana sadece yarım saat falan verin.” Hızla odama ışınlanıp yatağımın üstüne oturdum. Avucumdaki kolye ucuna bakınca yaşlar gözümden süzüldü. Keşiş sembolü bana hep O’nu hatırlattığı için onu odamda dahi bulunduramıyordum. Çünkü O’na söz vermiştim. Unutacağımı söylemiştim ve buna alışma sureci benin için iki buçuk ay sürmüştü. Geçirdiğim her gün işkence olmuştu. Tam etkisinden kurtulmuşken şimdi bu kolyeden güç almak beni fazlasıyla üzüyordu. Mahvediyordu ama yapmak zorundaydım ve Jefi’ye odaklanmak zorundaydım.
Derin nefes alıp sembolü avucumda daha da sıktım. Gözlerimi de kapattıktan sonra Jefi’yi düşündüm. Bu geceki o kısa mutlu anımızı. O küçük evi ikimiz için satın aldığını söylerkenki yaşadığım hisleri düşündüm. Fakat hiçbir şey olmadı. Her şey karanlıktı ve gözümü açtığımda tek yaptığım şey ağlamak oldu. Onu nasıl bulmam gerekiyordu. Keşiş güçlerim bile işe yaramıyordu. Yanına ışınlanmaya çalıştığımda ise nereye ışınlanacağımı bilmediğim için kendimi boşluktan düşüyormuş gibi hissediyordum. Ayrıca ona ölesiye kızgındım ki bu acıları bana yaşattığı için onu bir hafta boyunca affetmeyebilirdim.
Gözlerimi kurulayıp aşağıya ışınlandığımda Mengüer’le göz göze geldim. Tüh! Gözlerimin kızarıklığından hemen ağladığımı fark etmişti. Gözleriyle gözlerimi taramaya başladı.
“İyi misin?”
Avucumda sıktığım kolyeyi yerine koydum. “Nasıl olmam gerekiyorsa öyleyim işte. Ayrıca deli gibi öfkeli ve kızgınım.”
Mengüer, soluk yüzünü eliyle sıvazladı ve buz mavisi gözleriyle daha da süzdü beni. “Söylemem gereken bir şey var ama şuanda bunu duymaya ne kadar hazırsın, bilmiyorum.”
Gözüm karardığı için kendime en yakın koltuğa yığıldım. Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. O kocaman salon artı mutfak birden dar gelmişti bana. Elimi arkamdaki sürgülü cam kapıya uzattım ve kapı kırılırcasına hızla açıldı. İçeriye buz gibi hava akın ederken kollarımı kendime doladım. Mengüer, aynı hareketle kapıyı geri kapattı ve buz mavisi gözleri dalgalanmaya başladı.
“Beni dinleyecek ve kıçını kaldırıp bir işe yarayacak mısın yoksa korkak küçük bir kız gibi depresyona mı girecek?”
Haklıydı. Tam korkak küçük bir kız gibi davranıyordum ve korkutucu derecede depresyona girmiş hissediyordum kendimi. Gerçi Mengüer bu. Haklı olduğuna şaşmamak gerekir. O bizim en büyüğümüzdü ve herkesi toparlamada bir numaraydı. “Peki, dinliyorum.”
Bana tek kaşını kaldırırken gözleriyle bir süre bana bıçak fırlattıktan sonra ellerini ceplerine sokup karşımdaki koltuğu oturdu. “Jefi, şuanda çocukları kaçıran büyücülerin elinde. Ona ulaşmaya çalıştım ama senin kaçırıldığındaki gibi arada kopukluk oluştu. Gerçi bu ilk beni düşündürmedi. Çünkü hiçbir büyücüye seninle kurduğum derecede bağlantı kuramıyorum. Sana ulaşmak istediğimde güçlerim kendiliğinden harekete geçiyor ve ılık bir esinti karşılığında yanında bitiveriyorum. Jefi ile bağlantı kuramamamın bundan dolayıdır diye düşündüm ama sonra senin kaçırıldığın gün hissettiğim bir şey hissettim.”
Ok gibi ayağa fırladım. “Lanet mührü yapmamışlardır değil mi?”
“Hayır. Daha çok koruma büyülerinin olduğu yerde tutuluyordur diye düşündüm ve aklıma tek bir yer geldi.”
“Köy!” dedi Aras bir adım atarak. “Babamın evinin altındaki hücreler. Hazır yapılmış mühürler.”
Mengüer, kafasını salladı. “Evet, Aras. Benimde aklıma o geldi. Adamlar kendi güçlerine güvenmedikleri için Akel’in yaptığı mühürleri kullanmak istediler. O yüzden de kendilerini sağlama aldıklarını düşündüler.”
Hızla kafamı iki yana salladım. “Oraya yaklaşamazlar ve Jefi’yi oraya götüremezler. Ateş mührünü anlatmıştın bana. O mühür hala orada duruyorsa oraya nasıl girebilecekler ki?”
“Yanlarında ya kullandıkları bir insan var ya da bir Seyyah. Ya da Ateş mührünü yok ettiler. Hiçbir fikrim yok. O yüzden denemekte fayda var.”
Azra, Mengüer’in oturduğu koltuğa oturup gülümsedi. “Bunu deneyebilirim. Yapabilirim.”
“ASLA!” dedi Aras. “Sen hiçbir şey denemeyeceksin. Ben deneyeceğim.”
“Evet, ayrıca orada işler yolunda gitmezse onlarla savaşabilecek güçte değilsin, Azra.” dedi Mengüer. “Gücenme ama bir seyyahın aldığı darbeye dayanıklılığıyla insanınki farklı. Onlar o acılarla yetiştirildi. Anlıyorsun değil mi?”
Azra, yumruğunu havaya kaldırıp sıktı. “Onun başı derde girerken ben burada oturamam. Ya onunla giderim ya da o da gidemez.”
Mengüer, ayağa kalktı. “Pekâlâ, hazırlıklarınızı yapın ben Göker’i alıp geliyorum.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KEŞİŞLER (Karanlık Güçler Serisi II)
Fantastik"Büyüyle örtülen görüntüleri açığa çıkardığını mı düşünüyorsun?" diye sordum şaşkınlıkla ama bu arada da hızla tabutu çizmeye başlamıştım. "Aynen öyle, İrem! Doğu keşişlerin içinde özeldi. Tekti. Çok farklı yetenekleri vardı. Seni de çok iyi eğitti...