Mengüer
Özel aile mezarına ışınlanmayalı ya da gelmeyeli ne kadar uzun zaman olmuştu. Elimi kaldırdım ve yerdeki ışıklar yanmaya başladı ve etraf birden aydınlandı. Bu adamların ne peşinde olduklarını bilmiyordum ama eğer söz konusu Doğu, İrem ve Selre olunca gerekirse bütün dünyayı yakıp kavurabilirdim. Çocukların hiçbiri umurumda değildi. Benim için önemli üç isim vardı. Annem ile babamın mezarını es geçip Doğu’nun mezarına geçtim. Kafamı yerden kaldırıp taşa baktığımda yaşadığım şokla bir süre bakakaldım. Kanla çizilmiş iki mühür vardı. Şimdi her şey anlaşılıyordu. İrem ile Doğu’nun arasındaki bağı çözmüşlerdi ve Doğu’nun İrem’in keşiş güçleriyle onu koruduğunu anlamışlardı. Bunu engellemek için yine tereciye tere satıyorlardı. Gülümsedim. Ne ilginçtir ki benim büyülerimle beni vurmaya çalışıyorlardı. Özgünlükten ne kadar da uzaktı. Eh, madem benim büyülerimle bana caka satacaklardı ben buna izin verirdim ama Doğu’yu bu işe sokmayacaktım. Elimi uzatıp mermerdeki ilk kanla çizilmiş mühre dokundum ve gözlerimi kapatıp ilk mührü başarıyla yok ettiğimde ilerden bir ses geldi. Kafamı çevirdiğimde bir siluet gördüm ama ona baktığımı fark edince kayboldu. Bu hiç mi hiç hoşuma gitmemişti. Kafamı tekrar mermere çevirdiğimde sildiğim mühür geri gelmişti.
“Kahretsin!” dedim yüksek sesle. Düşün Mengüer, düşün. Sen baş büyücüsün ve bunu yapabilecek tek kişi sensin. O sırada aklıma gelen ilk şeyi yaptım ve elimi mermere koyup büyü gücümle taşı eritmeye başladım. Boştaki elimi de toprağın üstüne yerleştirdim. Evet, bu yapacağım şey iğrenç bir şeydi ama mecburdum buna. Toprağın üstüne koyduğum ele odaklandığımda toprak sarsılarak açılmaya başladı. Derin bir nefes alıp tabuta baktım. Onu buraya tabutla ben gömmüştüm. Bedeninin çürümemesi için bir ton mühür yapmıştım ve hala duruyordu. Tabut beyaz çeliktendi. Üstündeki mühürleri de kazıyarak yapmıştım. Sonrada oyukları siyah boya ile boyamıştım. İşimi sorunsuz yapmak benim huyumun bir parçasıydı. Etrafa bakındım ve tabutun üstüne atlayıp tabutu direk Göker’in evine ışınladım.☆☆☆
Jefi
“Adamımızı bulduk.” Dediğinde İrem hepimiz olduğumuz yerde donup kaldık. Hızla yanına geçip resme baktım. “Bunu Mengüer olarak çizmiştim ama onda tuhaflık olduğunu söylemiştim. Asıl görüntüsü bu işte. Bunu farkında olmadan çizdim. Yaptığı göz boyama büyüsünde o kadar da yetenekli değilmiş.” Dedi.
“Bu…” dedim ve Aras kafasını uzatarak resme baktı.
“Adamın tarif ettiği adam.” Diye benim cümlemi tamamladı. İrem hızla sayfayı yırtıp yere koydu. Hepimiz tepeden resme baktık. “Bu yerde yatan Jefi mi?” diye sordu Aras.
“Evet. Diğer yerdeki de küçük kız. Onda hissettiğim şeyin ne olduğunu da şimdi anlıyorum. O bir keşiş.” Dediğinde Mengüer odaya önünde tabutla ışınlanınca kızların hepsi çığlık attı. İrem hariç. O ağzını eliyle kapattı ve gözleri doldu. Ben ne olduğunu sormaya yeltenirken İrem öne adım atıp tabutun yanında dizlerinin üstüne çöktü. “Doğu!”
Azra çığlığını kesip İrem’in yanında eğildi ve ona destek olmak adına elini omzuna koydu. “İyi misin?” İrem’in ona karşı duygularının olduğunu hep unutuyordum. Ama vardı. Kalbinde hep ayrı bir yeri vardı. Bunun için onu suçlayamazdım ama kim sevdiği kızı başkasıyla paylaşmak isterdi ki. O ölü olsa bile kalbinin tamamının bana ait olmasını istiyordum. Çünkü benim kalbimin tamamı ona aitti. Sadece ona. İrem cevap veremeden Mengüer gözleri beyaz olmuş şekilde iki elini tabuta yasladı ve bir şeyler mırıldanmaya başladı. Tabutun üstünde bazı mühürler belirmeye başladı. Sonra hızla kapak açıldı ve İrem geriye doğru sıçrayıp dengesini kaybedince düştü.
“Kolyeni ver!” dedi Mengüer. İrem itiraz etmeden boynundan çıkarıp ona uzattı. Tabutun içine bakmamak için kafasını öne eğmişti. Ağlamaya başladı. Ben yavaş adımlarla tabuta yaklaştım ve gördüğüm şey karşısında şaşırdım. O kadar sene sonra kemik olması gerekiyordu ama o uyuyormuş gibi orada öylece yatıyordu. Hala yakışıklı bir piç kurusuydu. Mengüer, kolyeyi Doğu’nun boynuna taktı ve tabutun kapağını geri kapattı. Mengüer’in suratında acı vardı. Doğu’yu ilk gördüğünde de bu acı vardı yüzünde. Doğu’yu gerçekten seviyordu. Sonra İrem’in omuzlarından tuttu. “Artık onunla bağlantı kurabilirsin. Kim yaptı bilmiyorum ama ona silinmeyen bir mühür yapmışlardı. Onu orada bırakmaya gönlüm el vermedi. Onu kulede bir odada saklayacağım. Odaya da bütün koruma büyülerini yapacağım ama o zamana kadar senin yanında kalmak zorunda.”
“Ama…” dedi İrem ona yalvaran gözlerle bakarken. Sonra birden gözyaşlarını sildi ve hemen kendini toplayıp çizdiği resmi Mengüer’e uzattı. “O adam. Küçük kızda kesinlikle bir keşişti.”
Mengüer resme baktı ve düşünmeye başladı. “İlk defa görüyorum.” Sonra resmi katlayıp pantolonunun arka cebine sıkıştırdı. Göker’e baktı. “Benimle gel.” Dedi ve Göker ona yaklaşınca birlikte yok oldular. İrem, onların peşinden tabuta göz ucuyla bile bakmadan koltuğa geçti.
“Yarın işe koyulmamız gerekiyor.” Dedi sert bir ses tonuyla. İşte bu ruhsuz İrem beni korkutuyordu. Şuanda yüzünde hiçbir duygu kırıntısı yoktu. Ne acı, ne sevinç, ne hüzün ne de sevgi. Hiçbir şeyden eser yoktu. Yine Mengüer’in kız versiyonu olmuştu. O donuk bakışlarını Aras’a çevirdi. “Yarın üçümüz şu büyücülerin sokağına gitmeliyiz.” Dedi ve Azra anında ortaya atıldı.
“O üçümüz dediğindeki üçüncü kişi ben oluyorum değil mi?”
“Hayır.” dedi duygusuzca. “Jefi, ben ve Aras. Sen ve Irmak burada güvende kalacaksınız.” Azra kaşlarını çattı.
“Bunu kabul edeceğimi mi sandın? Aras bensiz hiçbir yere gidemez!”
İrem birden kıza döndü. “İş duygusallık yapma zamanı değil.” dedi ve işaret parmağıyla Doğu’nun tabutunu işaret etti. “Sevdiklerimizin tek bir yeri oluyor oda bu lanet tabut!”
Azra üzülerek tabuta baktı ve derin bir nefes aldı. “Üzgünüm ama onun ölümünün seninle…”
“Evet, var!” diye bağırdı İrem. “Beni kurtarabilmek için bu durumda. Üstelik onun ölümü diğerleri gibi hızlı ve acısızda değildi.”
Aras araya girip ellerini ceplerine soktu. “Tamam. Yarın üçümüz güneş battıktan sonra kulenin önünde buluşuyoruz. Hazırlıklı olmayı unutmayın. Gideceğimiz yerler bu son zamanları düşünürsek bizim için pek tekin olan yerler değil.” Sonra Azra’ya döndü. “Bu yol boyunca telefonumla seni aramış ve aramayı açık tutmuş olacağım. Aksi giden bir durum olursa Mengüer’e ve Göker’e ulaşacaksın.”
“Peki ya ben?” diye sordu Irmak.
“Azra ile beraber olacaksın. Şimdi…” dedi Aras ve Buke’ye döndü. “…evine git. Başını boşa derde sokma.”
“Hayır. Bende sizinleyim.” Dedi kızıl saçlarını savurarak ve bana dönüp göz kırptı. İrem hızla elini havaya kaldırdı ve kız geriye doğru savrulurken hızla ışınlanıp kızı tuttum. Bu yaptığım İrem’in hiç mi hiç hoşuna gitmedi ama onun bu ani öfkeleri beni artık deliye çeviriyordu. Buke gözlerini gözlerime çevirdi. “Teşekkürler yakışıklı.” Uzanıp yanağımdan öperken kaçmaya fırsatım olmamıştı. İrem öfkeyle gözlerini bana dikip kaşlarını çattı.
“İyi. O zaman dövüş eğitimi alman gerekiyor. Tırnaklarını boyamakla bu işte bize yardımcı olamazsın.” Dedi ve hızla tabutun yanına gitti. Parmaklarını mühürlerin üstünden geçirdi. “Mengüer’in Doğu’ya bu kadar sahip çıktığını bilmiyordum.”
“Onu gördün mü, bir gram bile değişmemiş.” Dedi Azra İrem’e gülümseyerek. “Onun bedenini korumuş. Hem de bunca sene.”
İrem gözlerini Azra’ya çevirdi ve uzanıp tabutun kapağını kavradı. Gözlerini sımsıkı yumup kapağı açtı. Yavaşça gözlerini açınca donuk bakışları anında yok olmuştu. Elini uzatıp Doğu’nun yanağına dokundu. “Bu…” dedi titreyen sesiyle. “…çok tuhaf.”
Yutkundum. Saçma olabilirdi ama kıskanıyordum. “Ben kuleye gidiyorum.” Dedim anında. İrem gözlerini bana çevirdi. “Mengüer ile Göker’e yardım etmeliyim.” Diye ona açıklama yaptım. Bakışlarını tabuta çevirip kapağını kapattı ve ayağa kalkıp yanıma geldi. Boynuma sımsıkı sarılınca rahat bir nefes aldım. Bu bana iyi hissettiriyordu.
“Lütfen, gitme!” dedi fısıldayarak. “Şuanda gitmesini istediğim son kişisin. Sana bir şey olmasından da deli gibi korkuyorum. Ayrıca…” boynumdaki kollarını çekip yüzüme baktı. “…o tabutla burada durmak çok garip. Sana ihtiyacım var.” o sırada birden titremeye başladı ve saçları ile gözleri beyazladı. Yine bir görüşe çekiliyordu. Bugün bu üçüncü görüşüydü ve buna artık bir dur dememiz gerekiyordu. Tam yere düşerken onu yakaladım ve kucağıma alıp koltuğa yatırdım.
“Aras!” diye bağırdım ve hemen ne istediğimi anlayarak koştu. Geri döndüğünde elinde ıslak havlu vardı. Bana uzatıp verdi. “Bu çok fazla.” Dedim. “Ne amaçladıklarını bilmiyorum ama bu gidişle İrem yorgun düşecek.”
Aras kafasını iki yana salladı. “Bunu söylemek istemezdim kardeşim ama Doğu’yla bağlantı kurmamız gerekebilir.” O sırada havluyu bir kenara bırakıp tabutun üstündeki mühürlere baktım. Az önce Mengüer’in yaptığı mühürler silinmişti.
“Lanet olsun!” diye haykırdım. Elimi cebime soktum ama lanet telefonu kırmıştım. “Göker’i ara. Mengüer’in buraya gelmesi gerekiyor.” Aras anında telefonunu çıkarıp Göker’i aradı. Ben ise tabutun kapağını açıp Doğu’yu kontrol ettim. Sanki yok olacakmış gibi korku dolmuştu içime. Aras’ın telefonu kapatmasıyla Mengüer’in ışınlanması bir oldu. Gözleri ilk İrem’e gitti. Titriyordu. Tabutun başından kalkıp havluyla terlerini silmeye başladım. “Mühürler silindi ve İrem tekrar görüşe çekildi. Bunu nasıl yapabilirler?”
Mengüer derin derin nefes alıp vermeye başladı. Onunda kafası allak bullak olmuştu. İlk İrem’in yanına çöktü. Ne yapacağını bilmiyormuş gibi bir hali vardı. “Görüş ne zaman başladı?”
“Seni aramadan hemen önce.” Dedi Azra. O sırada İrem acıyla bağırmaya başladı. Ellerini yumruk yapmış sırtı yay gibi gerilmişti. Boğazındaki damarlar şişmişti. Mengüer onun bluzunu ve atletini hafifçe yukarıya sıyırdı ve karnının üstüne elini yerleştirdi. Gözleri beyazlaydı. Elinin damarları beyazlayarak bir ışık gibi parlamaya ve İrem’in karnına doğru yayılmaya başladı. İrem, derin bir nefes alıp rahatladı. Sırtı koltuğa değdi ve düzeldi. Mengüer yorgun bir tavırla ayağa kalktı. Bugün çok şey yapmıştı. İlk İrem’i kamyonun altından kurtarmış, onun ciddi yaralarını iyileştirmiş, tekrar mühürler yapmış ve şimdide tekrar onu iyileştirmişti.
“İyi misin?” diye sordum Mengüer’e. Donuk gözlerle bana baktı. Gözlerinin altında şimdiden mor halkalar oluşmaya başlamıştı bile.
“Biraz sabredin. Kuledeki mühürler bitince onu oraya götürüp mühürlerini tekrar yapacağım.”
“Berbat görünüyorsun.” Dedi Aras. “Bence biraz dinlenmelisin. En son ne zaman yemek yedin?”
“Bizi oyalıyorlar!” dedi İrem yerinden fırlayarak. “Gördüm. Doğu’yu gördüm.” derken nefes nefeseydi. “Ona acı veriyorlar, Mengüer. Seni oyalamak için yapıyorlar. Onların peşine gitmeye fırsat bulamaman için yapıyorlar.” İrem, elini kaldırdı ve birden masanın üstü yemeklerle doldu. “Bir şeyler yemelisin.” Dedi ve koşarak tabuta gitti ve elini uzatıp bir şeye odaklanmaya başladı. Birden ev sallanmaya başladı ve Mengüer gözlerini kısarak İrem’e baktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KEŞİŞLER (Karanlık Güçler Serisi II)
Viễn tưởng"Büyüyle örtülen görüntüleri açığa çıkardığını mı düşünüyorsun?" diye sordum şaşkınlıkla ama bu arada da hızla tabutu çizmeye başlamıştım. "Aynen öyle, İrem! Doğu keşişlerin içinde özeldi. Tekti. Çok farklı yetenekleri vardı. Seni de çok iyi eğitti...