☠Bölüm 15☠

12 2 0
                                    

Olduğum yerde donakaldım. Ne yutkunabiliyor ne de kımıldayabiliyordum. Azra, kolumdan tutup beni koltuğa oturttu. “Vay canına, İrem o neydi öyle? Ne yaptın da onu öyle çileden çıkarttın?”
 
Irmak sehpaya oturup bana doğru eğildi. “Ayrıca bahsettiği resimlerde neydi?”
 
İkisine de aldırış etmeden cep telefonumu kapıp Jefi’yi aradım. Ama meşgule atınca telefon elimden düştü. “Onu çok kızdırmadım aslında. Ben bir şey yapmadım ki. Sadece…”
 
“Sadece dudağını patlatmışa benziyorsun.” Dedi Buke gülümseyerek. Bundan zevk aldığı belli oluyordu. “Sen onun sevgisini hak etmiyorsun, İrem.”
 
Şuanda bütün sinirimi Buke’den çıkarabilirdim ama yapmadım. Sadece Jefi’nin geri dönüp beni kollarına almasına ihtiyacım vardı. Hem zaten çocuklar kayıptı. Keşişler bu işte bizim düşmanımızdı ve birkaç güne kaçımız sağ kaçımız ölü çıkacaktık hiçbir fikrim yoktu. Ama şuanda bu duruma bile odaklanamıyordum. Hatta iki gün sonra olacaklardan bile korkmuyordum. Beni şuanda deli gibi korkutan tek şey Jefi’nin bu şekilde davranmadıydı. İçimde oluşan korkuyla bir telefonu yerden alıp hızla mesaj yazdım. Ama bilmediğim bir nedenden ötürü parmaklarım gönder butonuna bir türlü dokunamadı. Sonra da yazdığım mesajı geri silip telefonumu tamamen kapattım ve sehpaya fırlattım.
 
“İrem, neler oluyor?” diye sordu Azra yumuşak ses tonuyla.
 
“Az öce Aras geldi.” Dedim Buke’nin burada olduğu umurumda değildi. “Birinin onu takip ettiğini fark etmiş ve ona yakalamış.” Onlara her şeyi harfi harfine anlattım. Fotoğrafları, adamın söylediklerini ve benim yaptıklarımı. “Ayrıca o yumruğu Jefi’ye atan Aras’tı ben değildim.” Diye de anlattıklarımı noktaladım.

“Aras mı?” diye çıkıştı Azra. “Aras ona yumruk attı ve Jefi öylece durdu öyle mi?”
 
Başımla onayladım. “Evet, çünkü kendinde değildi. Adamın söylediği lafa takılıp kalmıştı ve deliye dönmüştü. Aras’ta yumruk atınca kendine geldi.”
 
Buke kahkaha attı. “Irmak bunlardan biraz bahsetmişti. Bana biraz numara göstersene İrem. burnunu kıvırıp mı yapıyorsun büyücülüğü?”
 
“Burnumu değil de seni kıvırıp bir şeyler yapmak için sabırsızlanıyorum, kızıl kuş.”
 
“Kuzen, karışma lütfen!” diye araya girdi Irmak. Irmak, üç aydır bana karşı çok iyiydi ve o günlerdeki gibi psikolojik saldırılarda bulunmuyordu. Bu Mengüer’in aşkının insan boyutuna indiğini gösteriyordu. Hastalıklı boyuttan çıkmıştı artık.
 
“Ee, Mengüer adama ne yapacağını söyledi mi?”
 
“O sırada ben pek iyi değildim. Ne yapacağını sormadım. Sonra olanları da biliyorsunuz işte. Jefi’yle birbirimize girdik.”
 
Tam Azra ağzını açacak gibi oldu ama Mengüer salona ışınlanınca Buke’nin çığlığıyla ağzını açamadan birbirine sımsıkı bastırdı. Mengüer, şaşkın ifadeyle Buke’ye baktı ve sonra bana döndü.
 
“Konuşmamız lazım. Hemen!”
 
“Mengüer inan şuan hiç…”
 
“Sana hemen dedim!” diye bağırdı ve bende yutkundum. Sonra yanına doğru yürüdüm ve birlikte mutfağa geçtik. “Oradaki halin neydi öyle?”
 
“Ne vardı halimde? Adam beni deliye çevirmişti. Bende ona ağzının payını verdim, o kadar. Bunda büyütülecek bir şey olduğunu sanmıyorum.”
 
“NE!” bağırdığını fark edince kızların bize baktığını gördü ve sesini alçalttı. “Ne demek büyütülecek bir şey yok! Adamı öldürecektin.”
 
“Öldürmem gerekiyordu. Üç ay önce olsa öldürürdük. Şimdi de öldürebiliriz. Ne fark var ki? Hala benim ucube olduğumu düşünüyorlar.”
 
Mengüer’in kaşları daha da çatıldı. “Bunları cidden söylüyor musun sen?”
 
Gözlerimi devirdim ve yüksek sesle ofladım. “Adam bana senin beni kullandığını söyledi, Mengüer. Senin ne kadar kötü biri olduğunu ima etti. Ne yapsaydım yani. Aferin deyip madalyon mu taksaydım?”
 
Öfkeyle saçlarını karıştırdı. “İrem, senden fazla bir şey mi istiyorum? Senden tek istediğim öfkene hâkim olman. Bu çok mu fazla senin için?”
 
Kalçamı mutfak mermerine yaslayıp ellerimle mermere yaslandım. “Haklısın. Fazla öfkelendiğimin bende farkındayım, Mengüer. Ama sende bana hak vermelisin ki üç ay önce yaşadıklarımı hala atlatabilmiş değilim. Kendimi toparlayamadan bunların tekrar su üstüne çıkması benim için ne kadar kötü bir durum biliyor musun?”
 
İki elini omuzlarıma koyup bana doğru eğildi. “Onu hallettik değil mi? hem de tek kişinin bile kaybına uğramadan. Bu o zamanki durumdan daha basit İrem. Bunu da atlatacağımızdan eminim. Sadece sakin ol ve öfkeni içinde zapt et.” Kafamla onayladım. “Şimdi, söyle bakalım Jefi’yle aranızdaki mevzu ne?”
 
“Çocuklar yüzünden kafası karışık ve bana uzak davranıyor. Özetle olan biten bu.”
 
“O yüzden mi az önce evi birbirine kattı ve telefonu duvarda parçaladı?”
 
“Ne?” işte bu beni daha da sinirlendirmişti. “Telefonu mu kırdı?” gözlerimi yere çevirdim. “Telefonu çaldıktan sonra kırdı değil mi?”
 
Mengüer, tek kaşını kaldırıp “Evet” dedi ve ben kalbimden vurulmuş gibi acıyla bir nefes aldım. Ben aramıştım onu ve o da telefonu meşgule atıp duvara fırlatmıştı, öyle mi? ama neden? Neden bu kadar öfkeliydi ki bana? Bu kadar çok şey olup bitiyorken, bana destek olması gerekiyorken neden benden uzaklaşıyordu? Benim ne suçum vardı da acısını benden çıkarıyordu? Mengüer kolumdan tutup beni sarsana kadar bana seslendiğini fark etmemiştim. Hatta arkadaşlarım bile mutfağa yığılmış korkulu gözlerle bana bakıyorlardı.
 
“Ne, ne oldu? Sadece düşünüyordum.”
 
“Düşünürken fırını patlattın.” Dedi Azra parmağıyla mini fırını gösterirken. Camları patlamıştı gerçekten de. “Ve bıçakları duvara fırlattın.” Bu sefer duvarı gösterdi. Hepsi sıralı şekilde duvara saplanmış sallanıyorlardı. Kendimi o kadar yorgun, o kadar bitkin, o kadar yıkılmış ve o kadar yalnız hissediyordum ki içimden geçen tek şey ağlamaktı. Parmaklarımın ucunda yükselip kafamı Mengüer’in boynuna gömdüm. Ne kadar çok gözlerim yansa ve ciğerlerim sıkışıp midem alt üst olsa da ağlamayacaktım. Mengüer bana güç verecekti. Biliyordum. O duygularını kontrol edebilen tek kişiydi. Asla üzülmezdi ya da bize fark ettirmezdi. Şuanda bunu bende yapmalıydım. Çünkü zaman yine berbat düşmanların harekete geçmesi için akıyordu ve ben burada Jefi için takılıp kalmayacaktım. Kalmamalıydım.
 
Mengüer, içimdeki kargaşayı anlamış olacak ki elini belime doladı ve belimi sımsıkı kavrarken dakikasında içime işleyen kıvılcımları hissettim. Bana huzur veriyordu. Sanki üzüntüleri o dokunuşla kendine çekiyor, kendi huzurunu bana yolluyor gibiydi. Gözlerimi açıp ona baktığımda göz bebekleri beyazdı. Gerçekten de hüznümü siliyordu. Ya da sadece sakinleştirici dokunuşunu kullanıyordu. Hiçbiri umurumda değildi. Önemli olan sonucuydu.

Ne kadar süre orada öylece kaldık bilmiyordum ama bütün sıkıntım ortadan kalktığında gözleri buz mavi rengine geri döndü ve dudaklarının bir kenarı hafifçe yukarı kıvrıldı.
 
“Şimdi iyisin, değil mi?”
 
“Sağ ol, Mengüer. Gerçekten başının belasıyım, değil mi?”
 
Yüzündeki gülümseme biraz daha büyüdü. Benden uzaklaşıp ellerini ceplerine soktu. “Hem de ne bela... Neyse, buradaki işim bittiğine göre görüşürüz.” Deyip toz bulutuyla kayboldu.
 

KEŞİŞLER (Karanlık Güçler Serisi II)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin