KARA BÜYÜCÜLER
İrem
Gözlerimi açtığımda bütün kemiklerim ağrıyordu. Böyle bir ağrıyı daha önce hiç yaşamamıştım. Üstümden tır geçmiş gibi hissediyordum. Koltukta doğrulduğumda Mengüer masada oturmuş bir şeyler yiyordu. Jefi ise omzunu cam kapıya yaslamış düşüncelere dalmış gibiydi. Tabutta hala evin orta yerinde duruyordu. Üstüme baktım. Hala kanlı kıyafetlerim üzerimdeydi. İlk önce bir duş almam ve temizlenmem gerekiyordu. Ayağa kalktım ama başım döndü ve dengemi kaybedip yere düştüm. Jefi ve Mengüer hızla bakışlarını bana çevirdi ama benim baktığım şey yerdi. Burnumdan kan akıyordu. Jefi, kollarımdan tutup beni kaldırdı ve cebinden kanlı bir mendil çıkarıp burnumdaki kanı sildi.
“Neler oluyor?”
“Yine adamların oyununa geldin!” dedi Mengüer bana bıkkınlıkla bakarken. O kadar çok yorgun görünüyordu ki gözlerinin maviliği bile bulanıktı. Sanki üstünden kara dumanlar geçiyor gibiydi. “Oturup konuşmamız gerekiyor, İrem. Lütfen karşıma geç.” Jefi’nin elindeki mendili alıp masaya doğru yürüdüm. Sandalyeyi çekip Mengüer’in karşısına oturdum. Parmaklarıyla alnını ovuşturdu. Uzun, ince parmakları titriyordu. Sabırlı bir şekilde onun konuşmasını bekledim. Çünkü Mengüer bu kadar yorgun ve bitkin görünüyorsa onu sinirlendirmemin pek hoş olmayacağını birkaç kez öğrenmiştim.
Jefi’de en az onun kadar yorgun görünüyordu. Buzdolabından portakal suyu alıp kafasına diklemeye başladı. “Anlatacak mısın?” dedi Jefi Mengüer’e.
Mengüer elini alnından çekip bana baktı. “Doğu ile aranızdaki bağın koptuğunu düşünüyorum. Onun bağının yerine şuanda başka bir keşişle aranda bağ kurulmuş olmalı. Bu bağ üçümüzün arasında olan bir bağ kadar sağlam olmadığı için şanslıyız. Doğu’yu görebilmen ve onu bu dünya ile bağlantı kurabilmen aramızdaki bağdan kaynaklanıyordu. Doğu tam olarak ölü değildi yani. O sadece sıkıştı ve-”
“Bir saniye, Mengüer.” Diye lafını böldüm. “Seha bize yardım edebilir. Yani Doğu ile bağlantıyı güçlendirip geçen seferki gibi onları benden uzak tutarsak yine kurtulabilirim, değil mi?”
Jefi, hızla sandalyeye oturdu. “İrem, haklı. Doğu’ya bir şekilde yine ulaşmalıyız.”
“Evet.” dedi Mengüer. “Ama bundan önce yapmamız gereken araştırmalar var ve İrem büyük pay sende olacak. Işınlanarak Keşiş Manastırına girip oradaki kalın ciltli defteri almalısın ve…” birden sesler boğuklaşmaya başladı. Mengüer’in görüntüsü dağılıyor ve aydınlık karanlığa bürünüyordu. Gözümü kapatıp derin bir nefes aldım. Gözümü geri açtığımda bir ormanın içindeydim. Etrafa bakındım ama etrafım uzun ağaçlarla çevriliydi. Ormanın derinliklerinde ilerlemeye başladım.
“Doğu?” diye fısıldadım. Onun olmasını istiyordum. Belki bir şekilde bana ulaşabilirdi. Bir umut beni bulabilirdi. Yanımdan hızlı bir şey geçti ve yerimde durup etrafa bakındım. Dallar sallanıyor ve yerdeki uzun otlar dalgalanıyordu. İçimde tuhaf bir his vardı. İzleniliyordum. Sanki biri görünmez olmuşta beni izliyor gibiydi. İçim ürperiyordu. Korkuyordum. Görüşlerimde yalnız olmaktan nefret ediyordum. Çünkü neye güveneceğimi bilmiyordum. Çok fazla yanıltmaca vardı. Çok fazla!
Ormanın derinliklerinden gelen çığlıkla yerimden sıçradım. Sesin olduğu yere doğru koşmaya başladım. Yere vuran her adımlarımda çıtırtı çıkıyordu ama bu görüştü. Neler olduğunu anlamam gerekiyordu. İlerde başımıza gelecek şeyi. Ya da şuanda geçmişi görüyor da olabilirdim. Lanet olsun!
Kulübe gibi yer görünce koşmayı kestim ve yavaş adımlarla yürümeye, etrafı incelemeye başladım. Bir çığlık daha duydum ve çığlık kesinlikle kulübeden geliyordu. Nefesimi tutup kulübenin kapısına doğru yaklaştım. Uzanıp kolu tuttum ve içeriden gelen sesleri işitince kapıyı açmadım. Sadece konuşulanlara odaklandım.
“Bunu yapacaksın!” dedi boğuk sesli adam. “Ya yaparsın ya da seni öldürürüm. Bu savaş olacak. Çok yakınız. Hem de çok fazla yakınız. Bütün kozlar bizim elimizde. Her şey planladığımız gibi gidiyor.”
“Bu çember oluşturulacak!” dedi tüylerimi diken diken eden ses. Bana çok tanıdık geliyordu. “Elimde her şey var!” iğrenç bir şekilde kahkaha attı. “Mengüer’i oyalayan planlarımı devreye soktum. Hepsi tıkır tıkır işliyor. Bunu yapacaksın. Duydun mu bizi?”
“Hayır!” dedi ağlayan kadın boğuk sesiyle. “Benden Doğu’yu hapsetmemi istedin ve başka bir şey istemeyeceğini söyledin. Söz vermiştin! Eğer beni buna zorlarsanız ve işkencenize devam ederseniz Doğu serbest kalır. O zaman bütün her şeyiniz, bütün emeğiniz boşa gider.”
Adamlardan biri sesli bir şekilde iç çekti. “O nasıl görünüyordu peki?”
“Mezarlık çok karanlıktı. Tam göremedim. Tabuta benden önce ulaştı. Sizde biliyorsunuz ki o Baş Büyücü. Onun karşısına çıksam daha kötü olurdu. Beni konuşturur sonra da öldürürdü.”
“Kahretsin!” dedi içlerinden biri. “O tabuttaki bedene ihtiyacımız vardı!”
“Yapabileceğim bir şey yok diyorum size!” kadın hıçkırmaya başladı. “Bedene artık ulaşamayacağız. Elinde sonunda Doğu’ya ulaşacaklar. Yol yakınken dönün. Baş büyücüyü karşınıza alarak büyük aptallık ediyorsunuz. Üstelik o kız…”
Hayır! Hayır! Hayır! Böylece görüşten çıkamazdım. Şimdi olmazdı. Benim hakkımda söyleyeceklerini duymam gerekiyordu. Hayır! Kahretsin!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KEŞİŞLER (Karanlık Güçler Serisi II)
Fantasia"Büyüyle örtülen görüntüleri açığa çıkardığını mı düşünüyorsun?" diye sordum şaşkınlıkla ama bu arada da hızla tabutu çizmeye başlamıştım. "Aynen öyle, İrem! Doğu keşişlerin içinde özeldi. Tekti. Çok farklı yetenekleri vardı. Seni de çok iyi eğitti...