Melek

254 258 48
                                    

Ellerimin ceplerime saplandığı,sahil boyu yürüyüp yalnızlığıma derin manalar yüklediğim zamanlardı. Veledin biriydim hala.
Sagopa ve Vivaldi'yi aynı şarkı listesine koyar, - elimde sallanan kırmızı kutu tuborgla- artık çocuk olmadığımı, dilediğim takdirde bende pekala hayatımı mahvedebileceğimi kendimce gösteriyordum insanlara. Veledin biriydim dedim ya!
Tecrübe açlığımın kurbanı olacağımı bilmeden verdiğim mantıksız kararlarının başındaydım henüz.
İyi şeylere ulaşmak için bazen kötü kararlar almak gerektiğini fark edemiyor ve pişmanlıkların beni büyüttüğünden habersiz geçmişime sövüp yürüyordum umursamazca. Umursamıyordum çünkü ciddiye aldığım kim varsa beni umursamamıştı. Oysa umursadıklarım koca birer travma oluşunu ancak delirdiğimde anlayacaktım.
Yaşadığımı sanmıştım.
Hayatta kalıyor oluşuma yaşamak demek gafletine kapılmıştım desem daha doğru olacaktır elbet.
Zira anladığım şeylerin resmin tamamı ve hissettiklerimin en yüce tecrübeler olduğuna kanaat getirecek kadar toydum.
Çizgilerine basmasam da kaldırımların, yanından geçtiğim yaprakları huşu içinde okşasam da, takıntılı yahut duygusal hissetmiyordum kendimi.
Çocuktum.
Sevdiği insanlara sevdiğini söyleyememiş, nefret ettiği insanlaraysa sahte tebessümler sunamamış ve tüm bu içsel işkencelerle kendini yiyip bitiren bir çocuk.
Biraz deniz biraz güneş görmeye görsün, anılarına teslim olup -ne halde olduğunun bir önemi olmadan-
yaşıyor oluşuna minnet duyan ve nefeslerinin kıymetini bilse dahi ilgisini çeken hayata olan mesafesini düşündükçe yarım bir sırıtışla göğebakan bir çocuk.
Çocuk işte.

22.08.2008

Okuduğu ilk sayfayı çevirip ikince sayfaya geçti, gözleri artık gözyaşı dökmeyi bırakmış sadece okuduğu cümlelere odaklanmıştı.
Kurşun kalemle yazılmış yazı yıllar önceden kalma, neredeyse yer yer silinmiş halde defterdeydi.
Üzerinden yıllar geçmiş olsada etkisini en içten şekilde hissettiriyordu.

Bugün gidişinin üzerinden aylar geçti abim. Annemin ölüm tarihi bak bugün.
Bense tek başıma o mezarın başında oturmuş ağlayarak bu satırları yazıyorum.
Sana olan kızgınlığım ve kırgınlığım ne kadar büyük olsada bugün yanımda olmana ihtiyacım var.
Tek kaldım, tek acı çekiyorum.
Sen hiç özlemedin mi annemizi?
Beni?
Çok mu mutlusun gittiğin yerde?
Ya beni neden almadın giderken yanına?
Dayanamıyorum abim, bu zalim dünyanın omuzlarıma yıktığı yüklere dayanamıyorum.
Kalbimin en iç yeri ağrıyor, sanki defalarca kez bıçaklamışlar göğsümden.
Öyle bir acı ki geçmiyor.
Seninde babam gibi beni terk edeceğini hiç düşünmezdim.
Sevgisizlik ektiniz yüreğime, ben bile sevemiyorum artık kendimi.
Söylesene.
Yaşamak için ne sebebim kaldı?

03.02.2009

Babam onu terk mi etmişti? diye düşündü Toprak.
Bu acı gerçek tüm vücudunu hüzne boğdu.
Daha çocuk yaşta terk edilmiş bir kadının hikayesini okuyordu.
Diğer sayfaya geçti.

Ağlayamamak nedir bilir misiniz?
Tüm anılar, acılar aklınıza hücum ederken tek bir gözyaşı bile dökememek nedir, siz hiç bilir misiniz? Her nefes alışınızda, aslında o nefeslerin kesildiğini, geri çekildiğini bilmek...
Yaşamı, insanları hissedememek nedir bilir misiniz?
Aslında kalbi korumak için orada bulunan fakat kalbin her atışında kaburga kemiklerinin battığı o kalbin acısını bilir misiniz?
Alışmak nedir bilir misiniz?
Karanlığa, boşluğa, hissizleşmeye,
acı çekmeye alışmak..
Boş boş tavana bakmayı,
kendi kendine konuşup gülmeyi, gecenin yarısı sokakta tek başına dolaşmayı..
Siz yalnızlığı bilir misiniz?
Siz şarkılarda yaşayıp, kitaplarda nefes alan, yalnızlığına aşık olan, acılarında alışmayı ve yaşamı öğrenen, hayattan vazgeçip gökyüzünde dolanan, yıldızlarla arkadaş olan o kadını tanıyor musunuz?
Henüz tanışmadıysanız; Merhaba.
Ben; Ruhu Olmayan Kadın..

B'A'L Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin