"Susmak için geldiğini düşünmüyorum."
Elimde neyle ilgili olduğunu bile bilmediğim dergiyi incelemeye devam ettim. Daha doğrusu inceliyormuş gibi yapmaya devam ettim. Bu odada bir dergi olduğunu bugüne kadar bilmiyordum bile. Fazla ilgisizdim ve elimdekinin moda dergisi hariç herhangi bir şey olduğuna emindim. Sadece düşüncelerimden sıyrılabildiğim bir kaç saliselik zaman diliminde ters tuttuğumu fark etmiş ve Bay Park fark etmeden düzeltmiştim. Düzeltsem bile ne yazdığını bilmiyordum gerçi, farklı bir dil gibi geliyordu. Okuma yazmayı unutmuş gibiydim.
Bir yandan keyifle az önce ki şirin kızın getirdiği kahveyi içiyor, dergiye boş boş bakıyordum. Odaya girdiğim andan itibaren karşımda beni büyük bir sabırla bekleyen adamın suratına hiç bakmamıştım bile.
Sanırım gerçekten buraya susmaya gelmiştim.
Dergiyi iki koltuğun arasında duran kahverengi masanın üzerine fırlattım. Bu odaya defalarca kez gelmiştim ama hiç etrafa göz atmamıştım. Bir anda bu gerçek kafama dank etmişti. Sadece geliyor, oturuyor, ikram edilen kahvemi içerken Bay Park'a bir şeyler anlatıyor ve gidiyordum. Bir sikime yaramıyordu ama ısrarla her hafta gelmeye devam ediyordum. Bunun en büyük sebebi ise adamın akılalmaz bir sabrı vardı ve beni kovmayıp katlanıyordu bir şekilde. Bunu yapabilen nadir insanlardan biriydi, onun bu yönünü seviyordum. Tedavisini reddeden ama yine de sıkı ziyaretçisi olan ben de, onun için nadir insanlardan biri olmalıydım.
Odaya alıcı gözüyle bakmak istemiştim ama hiç tarzım olan şeyler yoktu. Klasik bir yerdi, bu zamana kadar ilgimi çekmemesinin nedeni de bu olmalıydı. Bir duvar boydan boya kitaplıktı ve beyaz rafları dopdoluydu. Öyle ki bir kaç kitap sığmamış ve yere düzenli bir şekilde sıralanmıştı. Hepsi klasik romanlar, psikoloji kitaplarından ibaret gibi duruyordu.
Kitaplığın olduğu yerin karşısında büyük bir pencere ve onun önünde Bay Park'ın masası vardı. Öyle çok güneş alan bir yerde on saniye bile durabileceğimi sanmıyordum. Bir kere oraya oturduğumu anımsadım ama nedeninden emin değildim. Meraklı ve saygısız bir tarafım vardı, bir şeyleri karıştırmak için yapmış olabilirdim. Hatta eminim ki... Bunun için yapmıştım.
"Seans saati bitmek üzere..."
Karşımdaki duvarda asılı olan anlamsız tabloları inceleyecektim ki tekrar konuşmuştu. Belki de düşündüğüm kadar sabırlı değildi ya da durumumun iyiye gitmediğini farkındaydı. Ki beni hiç tanımayan biri bile kötü olduğumu anlardı şuan. Hatta kötü demek hafif kalabilirdi.
Sikeyim, bok gibiydim.
Gergin bir şekilde mavi, kadife koltukta oturuyordum. Bir şeyler anlatmak istediğimi biliyordu büyük ihtimalle. Sadece o zamanlar da böyle davranırdım, benim için bir şeyler anlatıp içimi dökmek hep çok zor olurdu. Bunun sebebi daha önce beni dinleyen biri olmamasıydı. Gerçi artık bir sürü kişi vardı ama sonuç değişmiyordu.
Bay Park'a acıdığım için -çünkü asla kendime bu kadar uzun süre katlanamam- oturduğum yerde rahat bir pozisyon bulmaya çalıştım. Saniyeler içerisinde kirli ayakkabılarımı umursamadan bağdaş kurmuştum ve karşımda aşırı sakin bir şekilde bacak bacak üstüne atarak oturan adam, sesini çıkarmamıştı. Bu beni biraz rahatlatırken ona tebessüm ederek baktım, aynı karşılığı aldım.
"Denedim..." Diyebildim sadece. Seansın bitmesine on dakika kala, elli dakikalık sessizliğimi bozmuş ve sadece bu kelimeyi söylemiştim. Bunun ona yeteceğini ve beni anlayacağını biliyordum. Uzun uzun konuşmama gerek kalmazdı ama yine de devam ettim.
"O günden sonra ilk defa denedim. Başaramadım ama bana eski güzel anıları, iyi hissettiren o duyguyu hatırlattı." Yutkundum. Neden sustuğumu şimdi daha iyi anlıyordum. Öyle anıları hatırlamak bünyeme iyi gelmediği için bu kadar suskundum. Bir daha asla öyle anılar biriktiremeyeceğim için susarak isyan ediyordum. Fırtına öncesi sessizlik gibi hissettiriyordu bu. Susarak ağlamaya hiç alışkın değildim. İçimde fırtınalar zaten kopuyordu, bir kaçı ise içimde tutamayacağım kadar büyüktü. Bu bana çok zarar verecek, beni yıkıp geçecekti belki ama aylar sonra ilk defa güzel hissetmiştim.
Almanca'da sürekli kullanılan bir deyim vardı. Hafızamdan sürekli bir şeyler silip durduğum için nerede okuduğumu ya da kimden duyduğumu bilmiyordum.
"Schmerzlich schön."
Bu aylar sonra böyle hissetmeme sebep olan kişiyi tanımlıyordu biraz. Bir denizdeydim, denizin altındaki dünyayı görebilmek için kafamı suya daldırıyordum. Tuzlu su burnumu, boğazımı ve açık tutmaya çalıştığım gözlerimi yakıyordu ama suyun altındaki manzarayı izlemeye değdiği için ısrarla çıkarmıyordum kafamı. O kadar eziyete katlanıp tuzlu suyun canımı yakmasına izin verme sebeplerimden biri de suyun altında benimle beraber olmasıydı. Belki hep oradaydı ama ben onu yeni fark edebiliyordum.
Anlamını böyle açıklayabilirdim anca. İlk öğrendiğimde kendime böyle açıklamıştım ve o bunu sevmişti. Karşımda duran doktora ise bir kaç kelimelik olan anlamını söyledim. Süslü kelimelerim, uzun cümlelerim ve rahatlığım sanırım sadece onun yanında geçerliydi.
"Acı verecek kadar güzel, demek Doktor. Bu deyimi onunlayken çok sık kullanıyorum."
☆☆☆
Yeteri kadar kafa karıştırıcı ve gizemli olmadı aslında. Yani bunu beş dakikada falan kurgulayıp finalini bile kafamda tasarladım sayılır ama aklımdakileri tam aktaramıyor gibiyim.
Her neyse... Çok uzun olmayacak max 15 bölümlük ve kaostan uzak diyebileceğim bir fic. Ama devamı için sizi bekleteceğim. Biraz uzun bölümler yazmaya çalışıyorum bu kitap için ve sürekli efkarlı yazmayıp eğlenceli olmasını sağlamak istiyorum. Ama ruh halim 'Azer Bülbül- Dokunmayın Çok Fenayım'. O yüzden bölümler ne kadar eğlenceli olabilir, emin değilim.
İyi geceler!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
freckled | chanlix
Fanfiction(Tamamlandı.) "Yolun biriyle sürekli kesiştiğinde; o kişinin, senin kaderin olduğunu söylerler. Gözle görülmeyen bir iple birbirinize bağlı olduğunuzu, ne kadar uzaklaşırsanız uzaklaşın sıkı bir düğüm gibi birbirinizden kopmayacağınızı söylerler." "...