Zaman her şeyin ilacı, derler.
Gerçekten öyle mi, emin değilim. Belirsizlik beni mahvetmeye devam ediyor. Hayatımın eskisi gibi olup olmayacağını bilmemek çıldırtıyor beni. Burada, günlerdir öylece beklemek beynimi uyuşturuyor. Sanki gün geçtikçe daha fazla sessizleşiyorum ya da sadece düşüncelerim arasında kaybolduğum için konuşmaya vaktim kalmıyor.
Odada otururken kalp atışlarımı duyuyorum bazen. Nefes alış verişlerimin bile beni rahatsız ettiği dakikaların içerisinde buluyorum kendimi. Ne yapacağımı bilememek beni yoruyor. İnsanlara güvenemiyor olmak, tereddüt etmek, yalnız kalmak... Hepsi ürkütüyor beni ve yoruyor hem bedenimi hem de ruhumu.
"Felix, hazır mısın?"
Odamın kapısının önüne gelip bana seslenen Changbin'e kadar tekrar derin bir sessizliğe gömüldüğümün farkında bile değildim.
Hastalığımı yeni yeni atlatmaya başlamıştım ve vücudum hâlâ eski enerjisini toplayabilmiş değildi. Bu yüzden eşofmanımı giyerken yatağın kenarına oturmuş ve koyu renkte olan parkelerime dalgınca bakarken tekrar dalmıştım. Bu, son zamanlarda çok sık başıma geliyordu.
"Geliyorum hemen!" Diye seslendim ve yastığımın üzerinde duran kapüşonlu tişörtü üzerime geçirdim. Üç gündür hâlâ üzerinde Chan'ın parfümünün kokusu vardı, üç gündür kendimden iğrenecek hale gelmeme rağmen çıkarmıyordum üzerimden. Uykuya ihtiyacım vardı ve onunla ilgili şeyler beni sakinleştirip güzel bir uyku çekmeme sebep oluyordu. Sanırım artık uyku problemleri yaşayan tek kişi yalnızca Chan değildi, trajikomik bir durumun içerisindeydik şimdi. Hangimiz, hangimize iyi gelebilirdi ki bu durumda, kestiremiyordum.
Sadece telefonumu ve üç gün önce onun yatağımda unuttuğu fotoğrafımızı yanıma alarak çıktım odadan. Telefonumun internetini açmamakta hâlâ ısrarcıydım ve bu durumda pek işe yaradığı söylenemezdi ama yine de yanımdan ayırmıyordum. O arayabilirdi, ben arayabilirdim. Neler yapabileceğimizi kestiremiyordum tam olarak hissettiğimiz yoğun duygular nedeniyle.
"Kliniğin yeri değişmişti, değil mi?" Dedi Changbin elini belime atıp beni daire kapısına yönlendirirken. Beni ilk Bay Park'ın yanına götürdüğünde, kliniği şehrin öbür ucundaydı fakat sonradan yeri değişmişti. Artık daha aktif bir bölgede çalışıyordu.
"Ben sürerim arabayı." Dedim çekinmeden. Hayatımda bir sürü garip şey olurken araba sürmek beni tuhaf hissettirmiyordu artık. "Yol karışık biraz." Diyerek kullanabileceğim tek bahaneyi sundum ve Changbin'in itiraz etmesine izin vermeden kapıyı aralayıp dışarıya bir adım attım.
Bay Park'a ne anlatacağımı bilmiyordum. Daha kendime neden böyle davrandığını açıklayamazken, neden bir sebebi olduğunu bildiğim halde Chan'a gitmediğimi anlayamazken doktoruma ne anlatabileceğimi gerçekten bilmiyordum. Aklımda dönüp duran bahaneleri sunmam yeterli olurdu belki de. Ya da sadece oturup ağlamalıydım çünkü günlerdir buna ihtiyacım olduğunu hissediyordum.
Fakat ne yazık ki ağlayarak içimdeki sebepsiz savaşı sonlandıramıyordum.
☆☆☆
"Çok zayıflamışsın."
Buraya geleli neredeyse bir saat olacaktı ve Bay Park'ın söyleyebildiği tek şey bu olmuştu. Buraya geldiğimden beri sadece oturup sekreterin getirdiği kahvemi içmiştim. Hatta sanki hemen içersem konuşmak zorunda kalacakmışım gibi elimde uzun süre bekleterek içmiştim kahveyi. Yine de boşalan bardağı kenara koyarken konuşmamaya devam etmiştim, konuşmamıştık.
Belki de Bay Park'a gerekenden daha fazla para ödemeliydim çünkü zamanını en fazla ayırmak zorunda olduğu kişi bendim. Benim geleceğim günler genelde çok kimse ile randevusu olmamasına dikkat ediyordu. Ben de onun işine engel olmamak için daha geç saatlerde gelmeye çalışıyordum. Daha önce evli olmadığını ve bunun bir sorun olmadığını söylediği için bu saatlerde gelmenin en iyisi olacağına karar vermiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
freckled | chanlix
Fanfiction(Tamamlandı.) "Yolun biriyle sürekli kesiştiğinde; o kişinin, senin kaderin olduğunu söylerler. Gözle görülmeyen bir iple birbirinize bağlı olduğunuzu, ne kadar uzaklaşırsanız uzaklaşın sıkı bir düğüm gibi birbirinizden kopmayacağınızı söylerler." "...