☆☆☆
Çok yorgundum.
Vücudum artık dinlenmek için yalvarıyor, bacaklarım beni taşımıyordu. Kolumu kaldıracak, başımı dik tutacak halim bile yoktu. Nefes almak için çok tembel hissediyordum kendimi, pes etmemeye çalışırken daha çok yoruluyordum.
Sadece fiziksel olarak değildi de bu hissettiklerim. Zar zor alabildiğim nefesler yetmiyordu bazen. Bir kalbim olup olmadığına da emin olamıyordum. İki haftadır aynı ritimde çalan kalbim, bana varlığını unutturmuştu. Bunun yanı sıra, zihnim uyuşmuş gibiydi. Kendimi alkol ya da uyuşturucu kullanmış gibi hissediyordum.
"Felix?"
Eve girip direkt beni gören Seungmin'in şaşkınlığı ile gözlerimi, desenlerini incelediğim halıdan çekip ona bakmıştım. Az önce işi çıktığı için şirkete uğramak zorunda kalmıştı ve elinde bir poşetleri geri dönüyordu şimdi. O burada yokken neler olduğundan habersiz olduğu için bir hayli şaşkındı da.
"İyi misin?" Derken yanıma gelip eğilmişti. Koltuğun hemen kenarında, cam parçalarının arasında dizlerimi kendime çekmiş ve kollarımı bacaklarıma sarmış bir şekilde, iki büklüm oturuyordum. Bacaklarımdan aşağıya, elimdeki kan ara sıra damlıyordu ve üzerimde çiğ yumurtanın kalıntıları vardı. Şaşırmış olması normaldi yani, berbat görünüyordum. Sahilden geldikten sonra tamamen dağılmıştı ve bu hâle gelmem sadece on beş dakikamı almıştı.
"Chan ve arkadaşların nerede?" Diye sorarken koltukta oturup elini omzuma koymuş Jisung'a bakmıştı kısa bir süre. "Neler oldu ben yokken?" Konuşmaya devam ettiğinde benim aklım sadece Hyunjin ve Minho'dan 'arkadaşlarım' olarak bahsetmesine takılmıştı. Arkadaşlarım. İki haftadır neredeyse öldüklerini düşündüğüm arkadaşlarımdı onlar. Ne güzel bir ilişki ama!
Sahildeki kargaşadan sahil güvenliği sayesinde kurtulurken yol boyunca ağlamış ve şoktan çıkamamıştım. Sanki onu istiyormuşum gibi yanımdan ayrılmayan Chan, bana sürekli iyi olup olmadığımı sormuştu ve ben kahkaha atmamak için kendimi çok zor tutmuştum. Arabadan indiğimizde Chan'ın arabası ile peşimizden gelen Hyunjin ve Minho'nun da aynı şeyleri sorması, beni epey zorlamıştı.
Eve geldiğimizde onların hâlâ dibimden ayrılmıyor olması sinirimi bozsa bile sesimi çıkaracak gücü bulamamıştım kendimde. Koltuktan kalkmak için enerjimi toplayabildiğimde odama gidecek ve onları görmeyecektim zaten. Planladığım şey buydu ama Chan'ın bana sarılıp tekrardan özür dilemesi ile tamamen bozulmuştu.
Ne ara kalkıp mutfaktaki bütün o boş şişeleri parçaladığımdan, Chan'a yumruk attığımdan, etrafı dağıtıp beni sakinleştirmeye çalışan Minho'yu ittirdiğimden emin değildim. Tek tük Jisung'un onları, Hyunjin'in evine -bir kaç kat aşağıya yani- ve ellerimdeki kan için endişelendiğini hatırlıyordum. Müdahale etmesine izin vermemiştim şişeleri kırarken derinden kesilen ellerime. Öylece yere oturmuş ve halının desenlerini incelemeye başlamıştım.
Dışarıdan düşünceli gözüktüğüme emindim ama artık ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum. Neden önce bana ihanet edip şimdi ise gelip özür dilediğini bilmiyordum. Varlıklarına en çok ihtiyaç duyduğum anlarda arkadaşlarımın beni bırakıp gitme sebeplerini bilmiyordum. İhtimalleri düşünmek istemiyor, senaryo kurmaktan kaçınıyordum. Oluşturduğum her senaryoda canım çok yanıyordu.
"Jisung, yoldayken aradı beni." Dedi Seungmin. Az önce Jisung ile sadece bakışarak bir şey konuşmuşlardı ama fark etmemiştim bile. "Ellerini temizlemek için bir şeyler aldım eczaneden. İzin verir misin?" Yumuşak tutmaya çalıştığı ses tonu ile ister istemez yumuşarken birbirine kenetlediğim ellerimi ona doğru uzatmıştım. Benim için yeterince çabalamışlardı günlerdir, onlara daha fazla yük olmak istemiyordum. Onlara muhtaç gibi hissetmek daha çok acıtıyordu canımı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
freckled | chanlix
Fanfiction(Tamamlandı.) "Yolun biriyle sürekli kesiştiğinde; o kişinin, senin kaderin olduğunu söylerler. Gözle görülmeyen bir iple birbirinize bağlı olduğunuzu, ne kadar uzaklaşırsanız uzaklaşın sıkı bir düğüm gibi birbirinizden kopmayacağınızı söylerler." "...