Bol gezmeli bir bölüm oldu. İstanbulu yeniden fethediyoruz bu bölüm. :))
Bölümü beğenirseniz aşşağıdaki yıldızı boş geçmeyin:))
Gündüzleri dert tasa biriktir de insan, günün telaşesinden yakınmaya vakit bulamaz, akşam hava karardığında da sanki o saate kadar her şey güllük gülistanlık da bütün derdi kederi gece beraberinde getiriyor gibi davranır. Oysa gecenin tek suçu insanı yalnız bırakmasıdır. Yalnız kalana kadar düşünmek insanoğlunun aklına gelmiyorsa ne günahı var gecenin?
Uzun zamandır Uğur da geceleri kafasını yastığa her koyduğunda uzun uzun düşünmelere dalar, saatlerce kıvranır uyumaz olmuştu. Hoş gündüz de çok iç açıcı bir hali yoktu da, en azından gece olduğu kadar bitmiş duruma gelmiyordu. Ama bugün farklıydı, çok farklıydı. Sabah Melikenin geldiğinden haberi bile olmamasına rağmen garip bir enerji ile başlamıştı güne. Melikenin geleceği haberi kendisinden önce ruhuna haber verilmiş gibiydi.
Şimdi ise Melike ile her gün geçtiği yollardan geçip, hiç geçmemiş gibi heyecanla ilerliyordu.
Yolda giderken bir yandan da Melike'nin merak ettiği soruları cevaplıyordu."Sınavlar nasıl geçti peki? Öğrenciler alışmana yardımcı oluyor mu? Ya da sana zorluk çıkarıyorlar mı?"
"Yok aksine bir çoğu gayet olgun ve ne yapması gerektiğini bilen çocuklar. İlk başta az da olsa özel okul olduğu için ön yargım vardı ama gereksiz olduğunu fark ettim. Okula uyumum konusunda çok yardımcı oluyorlar." Bir süre susup bekledikten sonra alaylı sesi ile konuşmaya devam etti. "Hatta dizilerdeki gibi burslu olan öğrencileri de kendi aralarında oradan oraya atıp durmuyorlar. Herkesin sahip olduğu ön yargıların ne kadar yanlış olduğunu fark ettim. Ne zorbalar, ne de kendini beğenmiş züppe. Her öğrenci gibi öğrenciler. Ekstra bir özellik yüklemenin bir manası yok."
"Sanırım genel bir özel okul çocuğu profili var hepimizin kafasında. Etiketliyoruz hemen."
"Aynen öyle. Geldiğinden beri soracağım unutuyorum. Evde durumlar nasıl? Nilgün Hanım ve kızı ile anlaşıyor musunuz?"
"Bunca zamandır evin tek kızı olmanın ne demek olduğunu anladım desem yeridir. Eve neşe gelmiş gibi. Benim diğer iki sığır kardeşime ekmek veresim gelmedi kızı görünce. Dünya tatlısı bir şey. Bizim Ramazanla yaşları yakın zaten, 7 yaşlarında. Nilgün hanıma gelince de hepimiz için başka bir şey oldu evde. Bana iyi bir abla. Erkan'nın hala sevdiği öğretmeni, Ramazan içinse hiç tanımadığı annesi gibi. Kısacası her şey iyi. Bir sıkıntı yok."
"Sevindim o zaman. Alışmanız zor olur diye korkuyordum."
Onlar konuşurken çoktan gezecekleri yere gelmişlerdi. Önce resim müzesini gezmiş daha sonra Şeker Hamdi Bey kafesinde oturmuş, bir şeyler içmişlerdi. Tam anlamıyla akşam olduğundaysa ailesi ile yaşadığı eve doğru yola çıkmışlardı. Melikenin içindeki ufak tedirginlik yerini korurken, diğer yandan bu akşamın güzel geçeceğinden emin olan yanı ile kendini telkin ediyordu. Kapıya geldiklerinde Melike bir süre çok büyük olmayan bahçeyi inceledi. Evin şu an arka kısmında olsalar da ön bahçede olan hareketliliği hissediyorlardı.
Melikeden:
Uğur'un çaldığı kapı bir süre sonra ablası olduğunu tahmin ettiğim, genişçe gülümseyen kadın açtı. Hemen arkasında, biri kadın biri erkek iki kişi daha vardı. Kısa bir 'Hoş geldiniz' faslından sonra içeri ilerledik. Ayaklarım kendi kendine hareket ederken tek dayanağım, belime temas ederek yön veren Uğur'un eliydi. Evin önce salonuna girip hiç beklemeden sürgülü kapıdan bahçeye geçtik. Bahçenin ortasına Dikdörtgen bir masa üstünde gündüz de oturabilmek için katılmış kare şeklindeki büyük tente şemsiye konumlandırımış haldeydi. Masanın önüne geldiğimizde oturmadan Uğur tanıştırma faslına geçmişti. Önce annesini ve babasını gösterip 'Annem Aliye, babam Adnan." Elini diğer tarafa doğru çevirip' ablam Meral." dediğinde başımla hafifçe onayladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇOK GEÇ "DEĞİL"
General FictionTolstoy der ki ; "tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar: ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir.." Bu muhteşem hikayeye de şehre bir yabancı geldi. Çok yabancı... Herşeye... Herkese... Uğur ve Melikenin de hikayesi böyle...