Melike Uğurun karşısında ecel terleri dökerken, Uğur olanları anlamaya çalışıyordu. Karşısındaki kadın pek iyi durmuyordu ve ağzını bıçak açmıyordu. Durumun garipliğini fark etmek kaçınılmaz olsa da, masanın altından kendisine doğrultulmuş silahtan habersiz olduğu için bu garipliğe bir anlam yükleyemiyordu.Bir kaç dakika önce sorduğu soruyu belki yanıtlar umudu ile yeniden yöneltti.
"İyi misin Melike?"Melikenin tepki vermesini istiyordu ama o sadece bir eli ile önüne düşen saçlarını geri itip, göz göze gelmemek için ondan başka her yere bakıyordu. Uğur biraz daha dikkatli izlese kızın titrediğini fark ederdi belki ama o Melike'nin bu hallerini kendisi ile aynı masada olmasından duyduğu rahatsızlığa yorduğumdan gerilmeye başlamıştı.
Melike ise Uğur'un aklımdan geçenlere alakası bile olmayan bir ikilem içindeydi. Elini defalarca tetiğe götürüp getirse de bir türlü hamle yapamıyordu. Masadaki gergin sessizlik sürerken aniden duyulan Erkanın sesi bu sessizliği bıçak gibi kesmişti. Hızlı masaya yaklaşıp bir yandan söyleniyordu.
"Ne yapıyorsun sen burda Melike? Ne işin var bu adamla senin?"
Melike de Uğur da önce afallasalar da durumu kendi açılarından toparlayacak kelimeleri kafaların da bir araya getirdiler. Melike Uğurdan önce davranıp "Benim işim bitti zaten kalkıyordum. Hadi gidelim" diyerek masadan kalkıp Erkan'ın olduğu tarafa ilerlemek için Uğur'un yanından geçmeye çalıştı.
Ne olduğunu anlamaya çalışan Uğur Melike yanından geçmek üzereyken sitemli ve bir o kadarda sert bir şekilde "Bir daha susmak için buluşmayalım olur mu? Çok sıktı çünkü" deyip hızlıca o da ayrıldı kafeden. Neler olduğuna anlam veremese de Melikenin artık hiç bir şekilde değişmeyeceğini, bugünkü tavrının da sebebinin bu olduğunu düşünmeye başladı.--------------------------------------------------
Normalde gelmeyecek bir saatte, daha öğlen olmadan karakol kapısında görünen askeri aracı gören Durali başçavuş hızla bahçeye çıktı. Arabadan inen Teğmen ile önce selam vermiş daha sonra Uğur'un gergin hallerini anlamak için soru sormaya başlamıştı."Hayırdır teğmenim sıkıntılı bir durum mu oldu?"
"Bu iş başlı başına sıkıntıydı zaten başçavuşum ne düşündüm ki ben? Bu durum kendi başına koca bir SI-KIN-TI!!"
Hızlıca odasına giren Uğur masasının arkasında ki koltuğa kendini atarcasına oturdu. Bir yandan söylenip bir yandan da sert ve hızlı şekilde boynundaki atkısını çıkarıyordu. Kendiyle beraber odaya giren Durali Başçavuş'un farkında bile olmadan konuşmaya başladı.
"Ben onun için çabalıyorum. Ama o beni elinin tersiyle itiyor. Beni resmen itiyor. Ne derlerdi ya bunla ilgili bir atasözü vardı neydi?"
Durali başçavuş teğmenim kendiyle konuştuğunu fark etmeden sakince cevap verdi.
"Fakire simit vermişler eğri demiş yememiş.""Ne!!"
"Fakire diyorum simit vermişler eğri demiş yememiş."
"Ne diyon ya başçavuşum?"
"Atasözü dedin ya o."
Biraz önceki sinirini unutan Uğur gülmeye başlayıp biraz önceki durumun saçmalığına eğleniyordu.
"Sen de olmasan nasıl geçecekti zaman başçavuşum?""Ne oldu şimdi ben anlamadım. Sen niye böyle sinirlisin."
"Boş ver anlatırsam yine sinirlenirim. Hiç konuşmayayım bu konuda."
"İyi tamam teğmenim ama haberin olsun yine dönüp dolaşıp bana anlatacaksın derdini. Dağa taşa bir yere kadar konuşursun."
"Doğrudur başçavuşum doğrudur da işte..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇOK GEÇ "DEĞİL"
General FictionTolstoy der ki ; "tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar: ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir.." Bu muhteşem hikayeye de şehre bir yabancı geldi. Çok yabancı... Herşeye... Herkese... Uğur ve Melikenin de hikayesi böyle...