Sevgiye sahip çıkmak ve sevgiliye sahip çıkmak... Söylemleri benzese de aslında çok farklı anlamlara sahip iki cümle.
Sevgine sahip çıkarsan elindekini kaybetmeden, değer bilerek yaşarsın. Kaybetme korkusunu hep arka cebinde taşırsın.
Sevgiliye sahip çıkmak isee... Eşya-sahip ilişkisinden öteye gidilemez. Bir kitaba sahip olabilirsin, bir masaya, bir ayakkabıya ama bir insana sahip olmak ya da olabileceğini sanmak sadece gerçek narsistlerin bedenine uygun bir kıyafettir.
Ve gerçekten seven kimse bu kıyafeti taşıyamaz.
________________________________________Uğur askerleri ile birlikte köy okulunun yoluna düşmüşken Osman da komutanından aldığı emirle hazırlıklarını yapıyordu. Uğur arkasını dönüp konuştu.
"Fatih, Murat siz dışarda nöbette bekleyeceksiniz."
"Komutanım biz girmeyecek miyiz camiye?"
"Hı hep beraber girelim ki kuş gibi avlasınlar bizi Fatih."
"Ama komutanım.."
"Fatih! Son zamanlarda emirlerimi sorguluyorsun. İyiye gitmiyor bu halin haberin olsun. Canını fena yakacağım. Lafımı ikiletme sakın."
"Emredersiniz komutanım."
Askerler dağılıp görev yerlerine geçerken camiye geçmek için de hem Uğur'u hem saati bekleyeceklerdi.
Fatih biraz önceki azarları duymamış gibi Vedatla pazarlık yapmaya çalışıyordu."Oğlum n'olur ben gireyim ya."
"Abicim duymadın mı sen komutanı? Ne ısrar ediyorsun ya? Hem sanki her gün camiden çıkmıyor da beyfendi, eksikliğini hissedecek."
"Ya bak güzel kardeşim, ben de onu diyorum ya. Benim daha çok ihtiyacım var bu sevaba. Cami yüzü görmedim ben doğru düzgün ayda yılda bir fırsat çıkmış. Nurlanmasın mı bu kardeşiniz?"
"Senin her yerin nur olsa ne olur lan. Tövbe tövbe beni de günaha sokuyorsun."
____________________________________Uğur yanında iki askerle birlikte köy okuluna doğru ilerliyordu. Etrafta ki meraklı bakışları hissetse de aldırış etmeden devam etti.
Okulun kapısına geldiğinde askerlere burada beklemelerini söyleyip içeri girdi.Zaten tek katlı küçük okulun, dış kapısından hemen sonra koridorda iki kapı karşılıyordu gelenleri. Uğur içeriden kadın sesi gelen odanın önüne geldiğinde kapıda A4 kağıdının yarısına yazılmış '3/A' yazısını gördü. İçeri girmek için teneffüs saatlerini beklemeye başladı.
Kısa bir süre sonra zil veya herhangi bir ses olmadan sınıfın kapısı açılıp dışardan bakılınca bile anlaşılan farklı yaş grubundaki 8-9 çocuk dışarı çıktı. Dışarı çıkan her çocuk dikkatlice Uğur'u izlerken, ilk gördükleri zaman korktukları adamın yavaş yavaş kendilerine yaklaştığını fark edince oldukları yerde hareketsiz beklediler. Olduğu yerde dizlerini kırıp eğilen Uğur, en naif sesi ile konuşmaya başladı.
"Merhaba. Dışarda benim gibi iki tane asker abi var. Size bir şeyler verecekler hadi onların yanına gidin."Çocuklar başını sallayıp dışarı çıktılar. Çocukların arkasından Uğur da içerde tek başına teneffüsün bitmesi bekleyen öğretmenin yanına içeri girmek için zaten açık olan sınıfın kapısını tıklattı. Kafasını masasından kaldırıp kendine bakan kadın ile gülümseyerek izin istedi.
"Girebilir miyim hocam?"
Biraz şaşkın olan öğretmen toparlanıp ayağa kalktı.
"Tabi tabi buyrun."
İçeri doğru ilerleyen Uğur, zaten ayakta olan kadının karşısına geçip elini uzattı.
"Teğmen Uğur Kutlu."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇOK GEÇ "DEĞİL"
General FictionTolstoy der ki ; "tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar: ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir.." Bu muhteşem hikayeye de şehre bir yabancı geldi. Çok yabancı... Herşeye... Herkese... Uğur ve Melikenin de hikayesi böyle...