Uğur odasında bugünün son işlerini toparlarken nöbetçi ve kanat gezme işini kendi yapmak için hazırlanıyordu. Yanına gelen Durali başçavuş onun hazırlık yaptığını görünce o da katıldı.
"Teğmenim yalnız üzerindekiler ince dışarıda hala hafif hafif soğukluk var. Haberin olsun.""Yok başçavuşum ya iyidir böyle çıkalım hadi."
"E iyi ben söyleyeyim de."
Onlar dışarıda nöbet yerlerini gezerken bir yandan da konuşuyorlardı.
"Ee artık ben 'ne zaman kızı istemeye gideceğiz' dediğim de laf etmezsin heralde.""Başladık yine başçavuşum. Senin gerçekten benimle dalga geçmek dışında başka bir işin olduğunu düşünmüyorum. Hatta bu nöbet gezme şeyi de yalan. Sırf bana bunları söylemek için geldin değil mi?"
"Ne alakası var teğmenim ben senin iyiliğini düşünüyorum sen bana ne diyorsun?"
"Takılıyorum ben sana. Doğruyu söylemek gerekirse defalarca Melikeyle adam akıllı konuşmak istedim ama sanki hiç biri doğru zaman değilmiş gibi geldi. Böyle adını koymadan bir şey yaşıyoruz ama eksik geliyor işte. Her seferinde en yakın zaman diyorum, sonra onunla konuşurken iki lafı bir araya getiremiyorum. Ama bu sefer tedbirimi aldım."
"Nasıl aldın?"
"Kendime baya baya konuşma provası yapıyorum. Söyleyeceklerimin hepsini önceden belirlersem daha kolay konuşurum belki."
"Allah iyiliğini versin teğmenim. Bu hallere düşecek adam mıydın sen?"
"Ne varmış halimde? Ben memnunum."
"Teğmenim sen niye bu kızın okuması konusunda bu kadar hassasın. Tamam okusun tabi bence de ama sen niye bu kadar istiyorsun. Ailen falan okumuş mu istiyordu kızı."
Durali başçavuşun söyledikleriyle genişçe gülümseyen Uğur, daha sonra tebessümünü yüzünden silmeden konuştu. "Yok başçavuşum ne alakası var ya. Olur mu hiç öyle şey? Ben Melikenin kendisi için istiyorum. Daha mutlu daha özgür daha hayat dolu olması için istiyorum. Hem ne diyor Ali Şeriati. 'Okuyun, diyor okuyun. Çünkü mürekkebin akmadığı yerde kan akıyor.' En çok da bu yüzden istiyorum. Eğer okursak, okutursak, biz kazanacağız. Tankla tüfekle olacak iş değil.. "
Onlar konuşarak karakolun etrafını gezerken Oğuz koşarak yanlarına gelip selam verdi.
"Ne oldu Oğuz hayırdır bu saatte?"
"Komutanım Halil Derbent muhabereden arıyor. Sizi istedi. Acilmiş."
"Hayırdır inşallah."
Hızla muhaberenin başına geçti.
"Halil Bey!! Bir şey mi oldu bu saatte?""Kusura bakmayın rahatsız ediyorum. Ben aslında Melike hala orada mı diye aramıştım ama asker çocuk olmadığını söyleyince.. Melikenin telefonu kapalı saatlerdir de yok. Sizin haberiniz var mı?"
Halil Bey her ne kadar sakin konuşmaya çalışsada sesinde ki çatallaşma korkusunu ele veriyordu.
"Halil Bey öncelikle sakin olun. Melike buradan çıkalı 3 saate yakın oluyor. Eve değil belki başka bir arkadaşına falan gitmiştir. Biz birazdan köye geliyoruz. Sizde tanıdığınız kişilerle iletişime geçin.""Tamam komutanım."
Uğur söylediklerine kendi inanmamış olsada hem Halil Bey'i sakinleştirmek hem de kendi akıl sağlığı için olumlu düşünmesi gerektiğini biliyordu. Yanında bekleyen Durali başçavuş Halil Bey'in söylediklerini duymasa da Uğur'un konuşmasından neler olduğunu anlamıştı. Ellerini masaya yaslamış başını öne eğmiş Uğur'a destek olmak için bir elini omzuna koyup konuştu.
"Hadi teğmenim Poyrazıda al çıkın siz."
Uğur kendini toplayarak, kafasını kaldırıp konuştu. "Oğuz bana Tugayı bağla."
"Emri mi bekleyeceksin teğmenim. Sen yola çık. Zaten izin verilecek bir durum. Zaman kaybetmeyin. Ben sizden sonra alırım izini."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇOK GEÇ "DEĞİL"
General FictionTolstoy der ki ; "tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar: ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir.." Bu muhteşem hikayeye de şehre bir yabancı geldi. Çok yabancı... Herşeye... Herkese... Uğur ve Melikenin de hikayesi böyle...