Sevgili günlük,Sana bir şey soracağım. Sence insan kaybettiklerinin kıymetini anlar mı gerçekten? Yani tabi bir kırıklık, bir pişmanlık hisseder de bu neye yarar ki?
Düşünüyorum, günlerdir düşünüyorum fakat kaybettiğim onca şeyin bende ki eksikliğini benden ziyade çevremdekilerin fark etmesi gerekmiyor mu diye?
Umudumu çalmışlar mesela. İnsanlara olan inancımı çalmışlar. Nereye elimi uzatsam acaba kolumu kaptırırmıyım korkusu ekmişler yüreğime, iyilik yapmak istediğimde bu beni aldatıyor fikriyle zehirlenmiş yüreğim. İçimde pamuk şeker yiyen çocuğu öldürmüşler.
Sonra insan kıymeti kaybedince anlamanın aptallığını ne diye yaşar ki?Düşünüyorum sevgili günlük, sınırlarımı yıktığımda, duvarlarımı kaldırdığımda, mağaramdan başımı çıkardığım anda değişen ve değiştirmek için çaba sarf eden çok şey görüyorum ve diyorum ki neden hiçbir şey olduğu gibi kalmıyor?
Henüz arzu duyduğumuz şeylere sahip olamadığımız onca şeye sahip olduktan sonra, hatta hatta bunun gerçekleşme yani ihtimalinin artmasında bile, neden hemen bir rahatlığa girip değişiyoruz?
Bu bizi iki yüzlü yapar mı sevgili günlük?
Örnek vereyim sana, bir sokakta yürürken bir mağazanın camında bir elbise görürsün. Yakıştırırsın kendine, onun içinde nasıl olduğunu hayal eder, mutlu olursun hatta. Cebini kontrol edersin hemen ne kadar param var diye! Elbisenin etiket fiyatına bakmadan hem de sevgili günlük! Bir umutla cebindeki paraya denk düşmesini beklersin elbisenin fiyatını.
Etikete bakarsın bir hüzü kaplar seni. Paran yetmiyordur.
Sonra mağazanın indirim gününü bekler durursun. Ya da bir şekilde paranı arttırmaya çalışırsın. En sonunda o elbiseyi aldığında, başta bir heycanlı olursun. Giyerken kendini daha bir güzel hissedersin. Hatta giydiğin şeyin sadece bir elbise bile olmadığını düşünürsün. Zaman geçip gider derken elbiseyi ilk yıkanması için makinaya atarsın. Artık o elbise bir bakarsın ki daha ilk yıkamada diğer bütün elbiselerden farklı değildir.Nedir bu sevgili günlük? Yani elbisesi çok olanın şımarıklığı mı? Kıymeti tüketen ve ancak kendini tatmin edenlerin bir gel giti mi?
Örneği elbiseden verdim de insanlar aşkı da tıpkı bunun gibi değil mi? Ya da dostlukları, ilişkileri... Çok şeyleri...
Kendime dönüp baktım sevgili günlük. Dedim ki senden alınanların, çalınanların yahut senin kendinden koparıp verdiklerin, sendeki bu yaşama iştahını mı kaçırdı? Nedir bu tembelliğin nedir bu halin?
Kendime dönüp cevabını çok yaşanmışlığımda bulduğum bu sorulardan sonra anladım ki ben ne yaparsam yapayım ya da nerede olursam olayım bu işin içinden çıkamayacak ve asla bu asra ait olamayacağım...
Bir gün bir komşu geldi, ingiliz anahtarınız var mı dedi. Ben de var mı yok mu bilmiyorum tabi. Alet çantasını buldum. İngiliz anahtarını aradım, nihayetinde buldum. Komşuya verirken de özellikle tembihledim.
"Ağabey, bu babamındır ondan habersiz sana emanet ediyorum. Gözünü seveyim işin bitince hemen getir ki beni mahçup etme. Sonra sorun yaşamayayım evde basit bir anahtar için."
"Ayıp ediyorsun gülüm. Hemen beş dakikalık işim var halledip getireceğin söz."
Sevgili günlük bu adam bir buçuk saat sonra ona emanet verdiğim anahtarı getirmeden geldi.
"Ya kardeşim, kusura bakma anahtarını getiremedim makinanın altında unuttum. Benşimdi şehre inicem döndüğümde oradan alıp sana getirecem."
"Tamam da ağabey, senin ev şurası şehre gidip gelene kadar ya da bunu bana söylemek için gelene kadar sana emanet verdiğimi getirsene."
"Acil işim var ben getireceğim sana tamam mı? Hadi görüşürüz."
Sevgili günlük adam beni dinlemiyor, anlamıyordu. Kendi bildiğini yaptı gitti. Ben de babam geldiğinde ona ne diyeceğimi düşündüm. Basit bir anahtar oysa. Neyse olayı uzatmayayım ama o anahtar 5 gün sonra babamın o adamı arayıp hemen getir onunla işim var demesiyle geldi.
Burada benim öfkelendiğin nedir biliyor musun sevgili günlük?
Ben o adam yüzünden belki de bir daha kimseye emanet veremeyeceğim. Bir şeye ihtiyaç duyana yardım ederken yüreğimde bu yaşanmışlığın kuruntularını dinleyeceğim... Çalıyorlar sevgili günlük yavaş yavaş, parça parça çalıyorlar bizi bizden.
Yani bir ingiliz anahtarı değil mesele! Gönlümüzü emanet ediyoruz, sobra hep bir bahane hep bir gerekçe hep bir rahatlık var. Oysa bunu isterken neler söyledin ne incelikler sergilendi. Emaneti aldıktan hemen sonra bu değişme nedir?
Neyse bu da böyle olsun. Geçen seninle üniversite hayatıma geçiş yapmıştık. Bir daha ki sefere oradan kaldığımız yerden devam ederiz. Şimdi durduk yere daha yolun ortasındayken sana sonunda ne hale geldiğimi anlatmayayım bugün olduğu gibi...
Yavaş yavaş, beni parça parça nerelerden nerelere getirdiler el birliğiyle... Yolun sonuna gelindiğinde konuşuruz bunları hadi şimdi selametle...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sevgili Günlük ve Ben
General FictionHangi hayatın rengi bir başkasının gökkuşağını kirletebilirdi ki? Yalanlar, yaralar, keder ve birazcık mutluluktan ibaret ruh ve onu taşıyan ceset! Kim kaldırabilirdi ki yere aşık olanı? *** Hayatın kendi içinden, tüm problemlerden ve arayışlardan...