|Dayanılması en zor olan acılar, insanın içinde gizlediği acılardır.- Honore de Balzac-|
•
Restoranttan çıktıktan sonra Atlasla bizim eve doğru yürümeye başladık.Kapının önüne gelince alnımdan öperek "Bugün çok yoruldun petunyam, iyice dinlen."dedi.
"Peki yarın görüşürüz o zaman." Diyerek kapıya doğru ilerledim.
İçeriye girdiğim anda bağırış sesleri yükseldi "Adamlar parayı vermiyorlar, o kadar işlerini hallediyoruz. Davaları kazanıyorum. Şerefsiz herif parayı vermiyor."
Anladığım kadar ile her zaman ki gibi para mevzusuydu. Babam parayı hep çok seven bir adam olmuştu, para dediğin zaman yapamayacağı hiçbir şey yoktu.
Bu sinirli yanına denk gelmemek için yavaş adımlarla odama doğru ilerlemeye çalıştım ama sonuç pekte başarılı olamadı.
Arkamdan saçlarımın kavranması ile ufak bir çığlık attım. "Nereye gidiyorsun lan sen, görmedim mi sanıyorsun hee!?"
Saçımı çok fazla çektiği için canım yanmaya başlamıştı. "Demedim mi lan ben sana bir daha o çocukla görüşmeyeceksin sen diye."
Nefesimi düzene sokup konuşmaya çalıştım. "B-baba, dur lüt- ahhh dur çekme acı-" bu sefer cümlemi tamamlayamama sebep saçlarımdan geriye çekerek hızla duvara doğru itmesi oldu.
Ağzımdan çıkan büyük bir çığlık onu daha fazla sinirlendirmiş olacak ki, hızlı adımlarla yanıma geldi. "Kes lan sesini, bağırıp durma." bilmiyordu ki kendisi bağırıyordu.
"Sana o çocukla görüşme dedikçe, sen hâlâ görüşmeye devam ediyorsun. Uyarmadım mı ben seni lan? Gebertirim o çocuğu demedim mi?"
Bir yandan saçlarımı çekerken bir yandanda tükürüklerini saçarak suratıma doğru bağırıyordu.
"S-söz b-bi-bir daha görüşmem. Ne olur bir şey yapma ona." Kesik kesik kurduğum cümleden sonra kahkaha atarak konuşmaya başladı.
"Bak sen küçük sürtüğe nasılda korurmuş arkadaşını." Tekrardan saçlarımdan tutup yere doğru savurdu. Bu sefer sert bir gürültü ile başımı yere vurdum. O an kulaklarım çınlamaya, başım dönmeye başladı savurduğu birçok kelime uğultulu bir şekilde geliyordu. Sadece bu durumun geçmesini beklemeye başladım. Son birkaç saniye sonra geçecekti.
Kulaklarımdaki, uğultu azalırken duyduklarım bir tokat gibi yüzüme çarptı.
"Arkadaşına kıyamıyorsan eğer, bende sana kıyarım."
Bende sana kıyarım hangi baba evladının canını yakardı ki?
"Baba lütfen ne dersen yaparım lütfen yapma" dinlemedi beni.
Kolumdan sürükleyerek, 17 yılıma şahit acılarımın olduğu mabedime doğru sürüklemeye başladı. Son çare belki bir ihtimal diye anneme doğru baktım ama keşke bakmasaydım. Elinde ojesi ile yaşananları umursamaz bir hâlde işine odaklanmış duruyordu. Kafasını çevirdiğinde bana karşı tiksintiyle bakan gözleri umursamaz bir hâl aldı.
Kimden ümit bekliyordum ki, yalvarsam duracak mıydı? Ya da vicdana gelip kalkıp beni elinden mi alacaktı.
Annemle hiçbir zaman iyi bir ilişkimiz olmadı o beni görmedi ben de onu görmedim. O beni yok saydı ben de onu yok saydım. Ondan da sadece ufak bir sevgi bekledim ama o gözünün önünde ruhumun ve bedenimin acı çekmesini göz ardı etti ve bana karşı sağır oldu duymadı!
Acı dolu inlemeler ile yine o yere geldik işte, vücudum ne kadar alışmış olursa olsun. Her seferinde tir tir titriyordu.
Sertçe yere doğru savurdu, ellerimin üzerinde sert zemine düştüm. Ellerime baktığım zaman derimin kalktığını gördüm arkamdan gelen gülme sesi ile ona doğru döndüm
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PETUNYA
Teen FictionPetunya; 'Umudunu kaybetme.' 'Herkesin bir umudu vardır. Bir savaşı, bir kaybedişi, bir acısı, bir yalnızlığı, Bir hüznü... Çünkü herkesin bir gideni vardır. İçinden bir türlü uğurlayamadığı.' Benimde hep bir umudum vardı, hep bir bekleyişler ile...