" Sen öldün! "
Telefonu kapayıp masaya koyduğum andan sonrasını gerçekten hatırlayamıyordum. Hafızamda sadece Baekhyun'un üzerime doğru hızla uçuşu vardı. Her şey gerçekten çok hızlı olmuş, kimin ne yaptığını tam olarak takip edememiştim.
Hayır, bana bir zarar vermemişti. Elbette bunda Wu Yi Fan'ın payı oldukça büyüktü. Nasıl olduğunu anlamadığım bir anda masanın üzerinden atlayarak önüme siper olmuş ve beni, daha yeni hastaneden çıkmış bir insana vurmaktan çekinmeyen Baekhyun'un elinden kurtarmıştı. Açıkçası ona minnettar olmalı ve teşekkür etmeliydim fakat bunlar bana oldukça tersti. Bu yüzden hiçbir şey söylemeden Luhan'ın beni kolumdan tutarak oradan uzaklaştırmasına izin verdim, arkamda öfkeden kuduran bir Baekhyun bırakırken. Sanırım o da benim gibi öfkesini pek kontrol etmeyi bilemeyen bir yapıya sahipti.
Sonra ne mi oldu?
Büyük abi Minseok babasını arayarak bunların hepsinin sadece benim şakamdan ibaret olduğunu iddaa etmiş ve annemin azarlamalarına maruz kalarak olay kısa bir süre içinde kapanmıştı. Yani olan yine bana olmuş, koca kabak benim başıma patlamış ben ceza almıştım. Zaten evden çıkmak gibi bir eğilimde olmadığım için bir süre daha buralarda takılabilirdim.
Koşmayı ve çoğu insanın nefret ettiği şekilde erkenden kalkmayı sevdiğim için sabahları güneş doğduktan kısa bir süre sonra evden ayrılıp bize çokta uzak olmayan ormanlık alanda koşu yapıyordum. Nikah günü tanıştığım Kuzenler Tao ve Jongdae ile onların her gün getirdiği yeni filmler izliyordum.
Luhan ile arka bahçede bulunan havuzda yüzme yarışı yapıyordum. Ve tabi ki Baekhyun ile uğraşmayı bırakmıyordum. Başta ondan cidden nefret ediyordum fakat onunla uğraşmanın moralimi düzelttiğini kısa sürede fark etmiştim. Sürekli kavga etmeye, birbirimize laf sokmaya devam ediyorduk fakat artık birinin üzerine falan atlamak yoktu içinde. Chanyeol ile genelde çoğunlukla bilardo oynuyorduk. Ve bunda gerçekten çok iyiydi.
Sehun ve büyük abi Minseok ile pek yakınlaştığım söylenemezdi. Kim Minseok o şebek suratına aldanılmaması gereken biriydi ve açıkçası onunla pek yakın olacağımı da sanmıyordum. Sehun'u Luhan vasıtasıyla kandırmak bayağı kolaydı aslında.
" Yine mi koşu? "
Hala bizimle kalmaya devam eden Yifan, her zaman ki gibi erkenden kalkıp bizim için kahvaltı hazırlamaya çalışıyordu. Bir adam nasıl bu kadar iyi yürekli olabilirdi? Gerçekten merak ediyordum.
" Evet, yine koşu. "
Buzdolabının üzerinde asılı olan saate göz attım. Yaklaşık 2 saattir koşmuş olmalıydım. Gerçi yarısı yürümekle geçmişti ama..
" Terin üzerinde soğumasın, hemen duş al. "
Benimle bu kadar ilgilenmesi hoşuma gidiyor fakat bir yandan da kendimi kötü hissetmeme neden oluyordu. Sanki kendimi biraz biraz daha ona yaklaşıyor buluyordum. Evli bir adamdan hoşlanmaya mı başlamıştım acaba? Çünkü ayırt edemiyordum. Bana olan bu iyi davranışlarını hem istiyor hem de istemiyordum. İlgisini hem çekmek hem de çekmek istemiyordum. Hoşlanmak böyle mi oluyordu?
" Ahn Miryo? Beni dinliyor musun? "
Başımı koyduğum masadan kaldırdığım da tam karşımda bana bakmakta olduğunu görünce yavaşça geri çekilmek zorunda kaldım.
" Tamam, kalktım. " Oturduğum sandalyeden istemsiz bir şekilde kalktım.
" Aferin sana. "
Benimle dalga geçer gibi çıkan sesi öfkelenmeme neden olarak, masa da duran vazonun içinde ki çiçeği ona fırlatmama neden oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
She is a Rainbow. / OMS / (✓)
FanficBu hikaye geçmişini hatırlamak isteyen urbach-wiethe hastası bir kız ve etrafında ona yardım etmek isteyen gizemli bir genç ve üvey erkek kardeşlerinin hikayesi. Kapak için Dal-ui'ye çok teşekkür ediyorum ♡ Storyby.aynurdemir ♧ Her hakkı saklıdır. ¥