BÖLÜM 26: "Ha?"
"Hiç aşık olamayacak."
Bu, birbiri içine geçmiş parmaklarıma bakarken kendi benliğimde durmadan haykırdığım şeydi. Herşey bu gerçeği düşünmekle başlamıştı. Sonrasında ise hiç mezun olamayacağı, hiç yirmi ikinci yaşını göremeyeceği ve hiç aile kuramayacağı gerçeği geliyordu. Her bir olgunun başındaki kelime aynıydı.
Hiç.
Bir zamanlar herşey olan, şimdi bir hiçten ibaretti.
Siyah giyinmiş onca insanın gerisinde bir yerlerde öylece duruyorken gözlerim hiç tanımadığım bir kadının yakasındaki resme takıldı. Bir çiçeğin güneşe gülüşü gibiydi gülümsemesi. Olduğum yerde dizlerimin titrediğini anımsayıp sendeledim. Bir dağ onca karı nasıl taşırdı? Ne varki kolumun hemen ucunda duran güçlü eller beni düşmekten alıkoymuştu. Burnuma dolan bu yoğun toprak kokusunu biliyordum. Annemin mezarıda tıpkı böyle kokardı.
"Seni buradan götürebilirim."demişti kulağıma doğru bir ses. Yaşlar akan gözlerimi sıkıca yumup başımı iki yana salladım. Olmam gereken yerde yaşamam gereken acıyı sonuna kadar çekiyordum. Çocukluğum, en iyi arkadaşım, can kardeşim giderken, ben buradan başka hiçbir yerde olamazdım.
Eray, koluma iyice sokulup sessizleşti. Uzanıp göğsümün üzerindeki resme dokundum. Bakışlarım kürek kürek toprağın alınıp onun cansız bedeninin üzerine atıldığı yerdeydi. Onca ses duyuyordum ama algılayamıyordum. Hakan amcamın feryadı artık daha bir sessizdi. İnsan ölümü ne kadar zaman geçince kabullenirdi? Delirmek üzereydim. İnsan çocukluğunu toprağın altına koyar mıydı hiç?
Gidişler, giden sen olmadığın sürece hep zordu. Oysa çok sevdiğim biri birgün bana "Vedalar gelmek içindir."demişti. Zeynep bana veda bile edememişti ki. Gidişini izlemiştim. Gittiği yerden hiç dönmeyecek oluşuna nasıl alışırdım?Kesik bir nefes aldım. Toprak kokusu ciğerlerime her defasında daha başka bir acıyla vuruyordu. Gözyaşlarım sessiz sessiz akıyor hüzünle dişlediğim dudaklarım artık sızım sızım sızlıyordu. O artık toprağın altındaydı.
Gitgide şiddetle inip kalkan göğüs kafesime koyduğum elimi usulca boğazıma doğru götürdüm. İçime çektiğim nefes artık bana yaşam vermiyor gibiydi. Olduğum yerde geriye doğru sendeledim. Gözlerim hemen ileride bitik bir hâlde duran Hakan amcamın olduğu yere kaydı. Babam ise hemen onun yanında duruyordu. O an toprağın altında ben olmalıydım diye düşündüm. Ölmeyi hak eden bendim. Hiçbir suçu olmayan Zeynep şuan benim yerimde duruyor olmalıydı.
"Haydi biraz uzaklaşalım."
Kulağıma sakince fısıldayan Eray'a başımı salladım. Uzaklaşacaktım. Ama tek başıma.
"Yalnız kalmalıyım."
"Ama Fıral..."
Elini sıktım. "İyi olacağım. Lütfen." Ağlamaktan şişen gözlerimi Eray'ın yüzüne çevirdiğimde sessizce kabullendiğini görüp kendimi ondan ayırdım ve geriye dönerek oradan biraz olsun uzaklaştım. Gerimde bıraktığım şey kaderimdi. Benim kaderimin bambaşka hayatlara verdiği zarardı. Aslında ölmeyi en çok ben hak ediyordum.
Başımda duran siyah şala uzanıp onu saçlarımdan omuzlarıma doğru sıyırdım. Yürüdüğüm dar yolun iki tarafındada onlarca mezar vardı. Onlara bakamadım. İsimlerine ya da ölüm zamanlarına bakamadım. Ayaklarımın altında kayıp giden şey zamandı. Yaklaştığım sondu burası. İlk önce benim hak ettiğim ölüm...
Oradan epeyce uzaklaşmış artık ağlama seslerini ve duaları duyamaz olmuştum. Geriye dönüp bakamadım. Sadece ileride duran eskimiş banka doğru yürüyüp bir çuval gibi kendimi üzerine bıraktım. Avuçlarım siyah keten pantolonumun üzerinde duruyorken ellerimin soğuktan bembeyaz kesildiğini henüz farkedebilmiştim. O ölmüştü. Ben ise ruhumdaki bu derin sızıyla artık ömrümce başbaşaydım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
F I R A L
Teen FictionYüreğimdeki kırlangıç ile karşımda duran sapana bakıyordum. Gün gelip beni vuracaktı. Ama belki de ölmeye bile değecekti. . . . . 2020/4 ŞUBAT