"Susmanın kalesine sığınıyorum.
Önümde karanlık duvarlar,
sırtımda insan yüklü bir gök var."
Bölüm 25: "Herşey oldukça imkânsız."
Soğuk camlar...
Soğuk beyaz duvarlar...
Beyaz zemin...
Beyaz zemin üzerine düşen koyu kırmızı damlalar...
İnsanların ölümü mü yoksa yaşamı mı seçeceğinin beklendiği o sessiz koridorlar...
İnsanlar mı ölüme giderdi yoksa ölüm mü birilerini seçerdi?
Kar beyazı gömleğinin manşetlerini ovuşturmaktan grimsi bir hâle çeviren Hakan amcamın öne eğdiği başı tıpkı yaralı bir kuşunki gibi acizdi. Arada bir kırpıştırdığı gözlerinden ellerine doğru yaşlar damlıyordu. Kızı, herşeyi birkaç adım ötede soğuk bir yatakta can çekişiyorken onun elinden bir doktor olarak bile hiçbir şey gelmiyordu. Oysa o bir babaydı. Evladı için gözlerine kan oturana kadar ağlayan bir baba. Kader teyzem, o zaten bitikti. Göğsünde birleşen kollarını ne kadar sıksada titremelerine engel olamamıştı. Arada bir başını tutup göğsüne sıkı sıkıya baatırdığı oğlu dışında avunacak hiçbir şeyi yoktu. Sızlayan gözlerimin çerçevesine düşen sahneden tek hissedebiliyor olduğum şey acıydı. Hep daha fazla acı.
"Neden kimse çıkıp birşey söylemiyor?"
Soluma doğru dönmeden bakışlarımı doğrudan zemine, bembeyaz fayansta öylece duran kırmızı kan damlalarına çevirdim. "Bilmiyorum."dedim yalnızca. İlk defa içinde bulunduğum bilinmezlik boğazımı sıkıyor gibi hissediyordum.
Gün çoktan aydınlığa kavuşmuş, güneş yeni umutlar için bir gün daha doğmayı göze almıştı. Biraz ötede duran açık pencereden soğuk kış rüzgârı içeriye doluyorken kuş sesleri o rüzgârda adeta dans ediyordu. Ne garip değil mi? Kuş sesleri derken bile aklımızın ucundan kargalar geçmiyor. Sonra da kalkıp umuttan bahsediyoruz, herşeyi sevmekten ve yaşamaktan...
"Ya kötü birşey olursa?"
İrkilip bu defa doğrudan yüzüne, uykusuzluktan mahrurlaşan gözlerine baktım. Sadece "Sus Eray, sus."diyebildim. Sesimdeki ağlamaklı ton yüzünden ağlamamaya karşı olan direncim yıpranıyordu. İçimde büyüyen korku ne yazıkki tek taraflı değildi. Yönüm hem Zeynep'e hemde Ali Eren'eydi. Yönüm yine karanlıktı.
Sırtımı soğuk duvara dayayıp ellerime baktım. Yine kana bulanmışlardı. Bu defa kardeşimin kanına. Dudaklarım arasından kesik bir soluk verip yeniden ileriye, Hakan amcamın olduğu yere baktım. Oturduğu yerden doğrulup karısıyla oğlunun yanına gitmişti. Titreyen ellerini onların etrafında sarmış burnunu oğlunun saçlarına gömmüştü. Sonra onlardan uzağa, korkularımın daha bir dehşet verici sanrılarına gömüldüm. Koridorun başından bize doğru iki polis geliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
F I R A L
Dla nastolatkówYüreğimdeki kırlangıç ile karşımda duran sapana bakıyordum. Gün gelip beni vuracaktı. Ama belki de ölmeye bile değecekti. . . . . 2020/4 ŞUBAT