BÖLÜM 27: "Umut etmek, insanca..."
Ne diyordu tarifte?
İki yumurta, bir paket kabartma tozu, şekerli vanilin, yağ ve un...
Sahi şekeri kaç bardak koyuyorduk? Ah, peki ya portakalların kabuklarını rendelemeden önce yıkamalı mıydım?
Yumurtaya bulanan elimde kocaman bir portakal tutuyorken umutsuzca nefes verdim. Kek yapmak benim neyimeydi? Hem ben kek bile sevmezdim.
Avucumdaki portakalı tezgâhın üzerine bırakıp yeniden -sekizinci defa- telefonuma yöneldim ve YouTube'dan portakallı kek tarifi yazıp ekrana dokundum. Videodaki kadın sanki dünyanın en kolay şeyiymiş gibi yumurtayı kırıp içine şekeri eklerken ben daha şimdiden iki yerine beş yumurtayı heba etmiştim. Hata ettim. En başından hazır bir kek alıp kendim yapmış gibi kalıba koymalıydım.
Gözüm bir videodaki kek harcına birde benim yaptığım betona benzer şeye kayarken kendi kendime "Daha bir kek yapmayı beceremiyorsun bide evleneceksin he(!)"diye çıkıştım.
Sinirle videoyu kapattım. Artık elimden geldiğince birşeyler yapacaktım.Tezgâhın üzerinde imdat beklercesine duran malzemeleri kafama göre cam kaseye birer birer koyarken aklım dün geceye, Ali Eren'le olan halimize uçtu. Bana neler olmuştu öyle? İçimde uyuyan o deli şehvetten şimdiye kadar benim bile haberim olmamıştı. Sıcak vücudunda gezen ellerim şimdi bir portakalı kavramışken gülümsedim. Rende üzerinde ileri geri yaptığım her darbede dün gece onun üzerime eğilişini anımsadım. Yalnızca düşünüp, hatırlamak bile yanaklarımda bir ateşe yol açıyordu. Derin bir iç çektim. Mutfak tezgâhına yasladığım bedenim dün gece onunkiyle bir olmuş gibiydi. Aslında belirli bir noktada durmak gibi bir niyetim yoktu, hiç olmamıştı. Ama biz durduk.
Kulağıma dayadığı dudaklarından dökülen iki kelimeyle bir rüzgâr beni alıp göğe taşımış hemen ardındanda hızla yere savurmuştu.
Oysa ona bir cevap bile vermemiştim. Ne zaman bir cevap verirdim onu da bilmiyordum.
O noktadan sonra devam edemezdim. Hatta şimdi şimdi bayılmadığım için kendimle gurur bile duyuyorum. Halim gülünç, biliyorum. Ama kim olsa dört yıl önce kaybettiğini düşündüğü aşkıyla evlenme umuduyla çıldırırdı. Belkide çıldırmıştım ve bir akıl hastanesinde olmam gerekirdi.
Kıkırdayıp kek harcını önceden yağladığım kalıba döktüm. Yani, dökmeye çalıştım. Sıpatula yardımıyla birlikte sert kütle hâlindeki harcı kalıba iyice yayıp sonunda fırına attım. Sanırım bir kek için 250 derece ısı yeterliydi?
Kapanan fırın kapağından içeri, yaptığım şahesere(!) bakarken gülümsemeden edemedim. Bu kek, babamın zayıf noktasıydı. Küçüklüğünden doğan ve annemle olan aşkına kadar uzanan anlamlı bir tınıydı. En önemlisi ise benim evlilik haberini babama bu kekle verecek oluşumdu.
Ona kek yapmıştım ve bu büyük birşeydi. Ali Eren ile evlenmeme izin verecekti.Ellerimi dizlerime dayayıp eğildim yerden hâlâ daha fırının içine bakmaya devam ediyorken bir anlığına camdaki yansımama takıldım.
"Çok aptalsın."dedim sönen bir gülüşle. Kek değil, babama dünyaları alıp versem yinede buna izin vermezdi. Sıkıntıyla soluyarak yeniden doğrulup mutfakta bıraktığım enkaza doğru baktım. Hem aptal, hemde beceriksizdim.
Saat henüz öğlenin ikisiydi ve ben yalnızca bir saat evvel evime gelebilmiştim. Babam tahmin ettiğim gibi evde değildi. Kim bilir sabah uyandığında odamda, yatağımda olmadığımı gördüğünde nasıl sinirlenmişti. Evde olmadığım zamanlarda onunla olduğumu artık adı gibi biliyor oluşundan bir anlığına utanç duydum. Ya yaptığım şeyler gözlerimden okunuyor olsaydı, o zaman babamın yüzüne bir daha nasıl bakardım?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
F I R A L
Roman pour AdolescentsYüreğimdeki kırlangıç ile karşımda duran sapana bakıyordum. Gün gelip beni vuracaktı. Ama belki de ölmeye bile değecekti. . . . . 2020/4 ŞUBAT