Prens Alexander Richard'dan;
Sağa dönüyorum olmuyor, sola dönüyorum olmuyor. Güneşin aydınlattığı bu koca çadır, bana dar geliyor.
Nadia yanımdan ayrılalı bir saate yakın olmuştu. Arabasının peşisıra yolladığım haberci askerlerimdense hala bir haber yoktu.
Günlerdir az önce darmadağın ettiğim masanın üzerinde ki harita için çalışıyordum.
Stratejik olarak ordumuz Avusturya'dan daha donanımlı, sınırlarımız daha genişti. Savaş adına atacağımız bir ok dahi, Roma'da büyük sarsıntı oluşturur, Lucas'ın koltuğu sallanırdı. Onun görevi, ittifak olduğu Roma'yla birlikte barış içinde olmaktı fakat Lucas burnunun dikine gidip beni öfkeden deliye çevirmekten geri durmuyordu.
Mantığım çoğu zaman bir cariyen için koca bir ülkeye savaş açman ne kadar doğru diye içime kurt düşürse de, kalbimden geçen tek şey, Nadia'nın o ülkede biraz daha kalmaması gerektiğiydi.
Ellerim şakaklarımı ovalarken, çadırın kapısı aniden açıldı. Kafamı kaldırıp merakla gelene baktığımda, habercinin olduğunu gördüm.
Yüzü bembeyaz olmuş bir halde yüzüme bakarak reverans yaptı ve başını önüne eğdi.
İçime dolan tedirginlikle ayağa kalktım. "Nadia vardı, değil mi?"
Haberci'den bir yanıt alamadığımda, içimde ki anlamını bilmediğim his büyüdükçe büyüdü, sanki bir el boğazımı sıkmaya başladı.
Öfkeyle "Söylesene be adam!," diye bağırdım. "Gözdem nerede?!"
"Şey... Prens'im... Affınıza sığınmak istiyorum fakat çok kötü bir şey oldu."
Ellerim yumruk halini alırken yüzüm buruştu. Duymaktan korktuğum şeyler işitmiştim.
"Avusturya askerleri arabanın önünü kesti. Şovalyelerimizi katlettiler. Arşidük Lucas Leydi'yi alıp gitti."
Vücudum sinirden kasılmaya başlarken "Defol!," diye bağırdım. "Kadınımın can güvenliğini nasıl böylesine ihmal edersiniz? Hepiniz hesap vereceksiniz!"
Haberci çadırdan sessizce ayrıldığında, kafamı ellerimin arasına alarak düşünmeye başladım.
Her şey üst üste geliyordu, benim elimden gelense koca bir hiçti. İtibar, onur, gurur... Bunların hiçbirisi şu an bende olan özellikler değildi.
Kendi itibarımı kendim yerle bir etmiştim. İngiltere'nin büyük veliahtı, kadınını Avusturya piçine teslim etmişti, aman ne hoştu!
Dakikalarca volta atarak düşündüm. Ülkem için, Nadia için ve de varisimin can güvenliği için ne yapabilirdim, bunu düşündüm. Hepsinin sonucuysa tek bir yere bağlanıyordu. O da Avusturya piçinin kellesini almaktı.
Güneş tepede ki yerini aldığında, gittikçe öfke dolan benliğimle "Muhafızlar!" diye bağırdım.
Saniyeler içinde içeriye giren üç İngiliz askeri, önümde saygıyla eğilerek emrimi beklediklerinde, "Avusturya Sarayı'nda ki askerlerden haber geldi mi?" diye sordum.
Ve yine koca bir sessizlik. "Konuşun! Konuşun yoksa kafanızı uçuracağım! Leydi'm ne durumda?!"
Askerlerden biri kafasını kaldırarak mahçup gözlerle gözlerime bakmaya başladı. "Prens'im askerlerimizin tümü, Avusturya Sarayı'nın kolonlarına asılarak idam edilmiş. İçeriden haber alamıyoruz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RİCHARD KRALLIĞI (TAMAMLANDI)
Historische RomaneKorsanlar tarafından kaçırılıp, krallığa satılan Nadia ve krallığın büyük veliaht prensi Alex'in hikayesi.. Alex'in müstakbel prensesi, Alex'e bir evlat veremediğinden ötürü yeniden bir harem kurulur ve köle pazarlarından yeni cariyeler alınır. Nadi...