Hayatın domino taşları gibi ince bir hamleyle yok olabiliyordu. Milyonlarca insanın olduğu koca evrendeki bir beden, senin bedenini yerle yeksan ediyordu ve senin ruhun bile duymuyordu.
İhanete uğradığını bilmiyordun. Çünkü ihtimal vermiyordun. Ancak o acı yüreğine kor gibi düştüğünde alevlerin arasında farkediyordun. Ama artık her şeye geç kalıyordun.
Geç kalmıştım. Her şeye.
Gözlerimi araladığımda nerede olduğumu farketmeye çalışıyordum. Zihnim sanki bomboştu ve hiçbir şey hatrımda değildi.
Sol elimi zorlukla havalandırarak gözlerime götürdüm ve ovalamaya başladım.
Karnım ağrıyordu. Neden?
Elimi indirdikten sonra kafamı sağa sola çevirdiğimde her şey yerli yerine oturmaya başladı.
Sultan Arslan'ın odasındaydım. Onun yatağında.
En son... En son ne olmuştu?!
Kafamı hızla kaldırdığımla üzerimdeki pikeyi yırtarcasına çekerek fırlattım.
Fırlatmaz olsaydım. Kör olsaydım veya ellerim tutmasaydı, yine de pikeyi açmasaydım.
Büyük bir özenle giyindiğim gri elbisemin pileleri kan revandı. Yer yer oluşan koyu kırmızı izler kalbime bir taş ağırlığında oturmaya başladı.
Ellerim iki yanıma cansızca düştüğünde gözlerim dolmaya başlamıştı.
Her şey tamdı şimdi. Keşke olmasaydı.
Kafamı sol omzuma yatırdığımda odada kimsenin olmadığını gördüm. Yalnızdım. Yapayalnız.
Biri kalbimi avuçlayıp sıkmaya başladığında dişlerimi sıkarak "Sen de mi bıraktın beni?," diye fısıldadım. "Benim bu hayattaki tutunacak dalım sendin oysa."
Zorlukla elimi kaldırarak göbeğime koydum. Hissediyordum. Yoktu. Olsaydı hissederdim. Ben anneydim.
Ben anne değildim.
Ben anne olmayı başaramamış, bebeğimi koruyamamıştım.
Kafam daha hızlı sağa sola sallanmaya başladı, yaşlar gözlerimi daha hızlı terketmeye başladı.
Tir tir titreyen ellerimle bir ihtimal elbisemi kaldırarak kilotuma baktım.
Kilot yoktu, ortalık kan revandı. Bu kan bebeğimin kanıydı. Bu kan bebeğimden akmış, bebeğimin nefesini kesmişti.
Kanlı ellerim saçlarıma asıldığında acıyla haykırdım. Avaz avaz bağırarak ağlayışlarım, saçlarımı çekişlerim hiçbir işe yaramayacaktı.
Ses tellerimde ellerim gibi titriyordu. Umursamıyordum.
Ellerimi yüzüme bastırarak parmaklarımı yüzüme geçirdim. Çığlıklarım içimdeki acıyı bir gram azaltmıyordu.
Bebeğimin kanı, önce elime sonra da yüzüme bulaşmıştı. Her şey mahvolmuştu.
Kollarım tutulup aşağıya çekilmeye başlandığında "Bırakın!," diye acıyla haykırdım. İki kadın beni yatağa mıh gibi sabitledi. "Bırakın bebeğim yok! Bebeğimi bulmalıyım!"
Kadınlar yüzüme acıyla bakıyorken arkada başka bir kadın bir karışım gibi bir şey hazırlıyordu. İstemiyordum!
"Bırakın!," diye bağırdım bir umutla yeniden. "Siz anne değil misiniz? Beni anlayın. Bebeğim öldü, beni bırakın. Ben bebeğimi istiyorum! Ben Bebeğimin yanına gideceğim..."
Arkadaki kadın bir bezle yanıma yanaştığında kafamı sağa sola salladım. "Hayır. Tanrı için bırakın beni n'olur. Canım yanıyor!"
Sarsılırcasına ağlamaya başladığımda direnecek takatim kalmamıştı. Kadın bezi ağzıma bastı. Gözlerim kararmaya başladığında, zihnimde oluşan tek şey kanlı bebek elleriydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RİCHARD KRALLIĞI (TAMAMLANDI)
Narrativa StoricaKorsanlar tarafından kaçırılıp, krallığa satılan Nadia ve krallığın büyük veliaht prensi Alex'in hikayesi.. Alex'in müstakbel prensesi, Alex'e bir evlat veremediğinden ötürü yeniden bir harem kurulur ve köle pazarlarından yeni cariyeler alınır. Nadi...