Hayatta ne oldum değil, ne olacağım demeliydi insan. Günler öncesinde ağladığım derdim Osmanlı'da esir olmakken şimdi ona şükreder olmuştum çünkü Tanrı beni her zorluğa ağlanıp sızlandığım için cezalandırmıştı. Bu ceza, canıma mâl olmuştu.
Sultan Arslan'la tartışmamın üzerinden iki gün geçmişti. Yanıma bir daha uğramamıştı ve bu şu an için tek minnetimdi.
Saat sabaha karşıydı ve ben her gece olduğu gibi bir kabustan uyanmıştım. Bir bebek ağlama sesi dolduruyordu kulağımı, ardıysa kan revan... Bağırmak istiyordum fakat sesim çıkmıyordu. Uyandığımdaysa boğazımı tahriş buluyordum. Bağırıyorum fakat sesim duyulmuyordu.
Ellerimle saçlarımı kulağımın arkasına itekleyerek yatakta doğruldum. Daha ne kadar sürecekti bu kabus? Bitmeyecek miydi işkencem? Dinmeyecek miydi acım?!
Bomboş gözlerle şamdanların aydınlattığı odayı incelerken terastan gelen bir tıkırtı, kaşlarımın çatılmasına neden oldu.
Kulak kesilip sesi dinlediğimde bir daha ses duymadım. İyice delirmiş miydim? Üzerimdeki pikeyi atarak çıplak ayaklarımı yere sarkıttım.
Üzerimde beyaz bir gecelik vardı. Ve iki gündür bununla bu yatağın içindeydim. Tuvalet ihtiyaçları haricinde çıkmıyor, geleni kabul etmiyordum.
Ağır adımlarım terasa yöneldiğinde içimde bir korku peydah olmuştu. Güneş yeni doğuyordu ve sessizliğin hakim olduğu sarayda benim terasımdan ne diye ses çıkıyordu?
Adımlarım teras kapısında durduğunda derin bir nefes alarak kafamı terasa uzattım. Kimseyi göremedim. Gerçi gözüm karanlığa alışmamış olduğundan güneşin cılız ışığıyla bir şeyleri seçemiyordum.
Derin bir nefes alarak terasa girdiğimde tedirgindim. Sağıma doğru dönerek koltukların olduğu yöne bakacaktım ki arkadan güçlü bir el hızla ağzıma kapandı.
Gözlerim olabildiğince açıldığında debelenmeme fırsat vermeyen güçlü bir kol, kollarıma ve karnıma sarılarak beni geriye çekmeye başladı.
Avaz avaz bağırışım arkamdakinin avcunda yok oluyor, mırıltı halinde çıkıyordu.
Odaya girdiğimiz an arkamdaki durdu, beni de durdurdu. Kendimi geriye çekmeye çalışıp tüm gücümle -ki gücümden eser kaldığı söylenemezdi- kolunu itekledim fakat fayda vermedi.
Karnıma daha sert bir baskı uyguladığında sırtım göğsüne çarptı ve o an bir şey oldu. Belki ben uydurdum, belki delirmeye başladığımdandır bilinmez burnuma o koku çalındı. Onun kokusu.
Kafamı hayretle sağa sola sallayarak yeniden debelendim fakat ne arkamdaki bıraktı, ne de burnuma çalınan koku yok oldu.
Bu Alex'in kokusuydu. Rüyada mıydım? Bu kabus olamazdı.
Sonunda karşı koyacak gücüm kalmadığında kollarımı bir çul gibi iki yana bıraktım.
Arkamdakinin nefesi enseme çarptığında bedenim titredi. Burnu kulağımın arkasındaki saç köklerime değerken beni gerçek hayatta olduğuma ikna eden sesi duyuldu. "Nadia."
Bu Alex'ti ve Alex rüya değildi.
"Alex." diye inledim fakat sesim ağzıma kapalı elinden ötürü boğuk çıktı.
"Sakin ol. Ağzını açacağım."
Hızla kafamı salladığımda ağzımdaki el aşağıya indi. Dudaklarım bu anı bekliyormuşçasına bir parça açıldığında kor gibi yanan bedenimi hızla ona çevirdim ve ezbere bildiğim simasını gördüm.
Sakalları uzamış, gür kirpikleri ardındaki kanlı gözlerle yüzüme bakıyordu.
Tamamen ona doğru döndüğümde eli hızla sırtımı ve belimi sardı ve beni göğsüne sokuşturdu. Kafam kalbinin üzerine yapıştığında "Nadia." diye acıyla iç geçirdi. "Şükürler olsun gerçekten iyisin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RİCHARD KRALLIĞI (TAMAMLANDI)
Historical FictionKorsanlar tarafından kaçırılıp, krallığa satılan Nadia ve krallığın büyük veliaht prensi Alex'in hikayesi.. Alex'in müstakbel prensesi, Alex'e bir evlat veremediğinden ötürü yeniden bir harem kurulur ve köle pazarlarından yeni cariyeler alınır. Nadi...