Jimin
Dakikalar saatleri kovalarken endişelenmeye başlamış ama Yoongi'nin yokluğunu yine onunla, bugün yaşadıklarımızı düşünerek doldurmayı başarabilmiştim.
Ne güzel gitmişti her şey, gölümüzde, o masalsı kıyımızdayken. Yumuşak dudakları benimkilere ne de güzel uymuştu, tam da hatırladığım gibi. Hiç unutmadığım gibi.
Derince iç çekerek önünde çömelip ateşi izlediğim şömineye küçük boyutlu bir odun daha fırlattım. Akşam kasabaya indiğinde beraberinde kuru soğuğu da getiriyordu ve bu yüzden titremeye başlamadan hemen önce şömineyi yakmaya başarmıştım. Ateş, odunu atmamla harlarken yüzüme sıcaklığı çarpıyordu, şömineden çıkan çıtırtıları dinlemek bana hep garip bir huzur verirdi nedense.
Ama şimdi bundan eser yoktu. Ne yaparsam yapayım Jungkook'un cümlelerinin önüne geçip yola devam edemiyordum, beynimde kendimle alakalı can yakıcı sorular çınlıyordu.
Fazlalık mıydım ben?
Jungkook artık beni hiç affetmeyecek miydi? Eski, bir köşeye atılmış eşyalara yaptığı muameleyi mi yapacaktı bana?
Kapı tıklatıldığında düşüncelerimden sıyrıldım, Yoongi gelmiş olmalıydı, kokulara dikkat etmeden kapıya koşup heyecanla kapıyı araladığımda karşımda Hoseok ve Jungkook'u bularak şaşırdım ve gözlerim kocaman açıldı. "Ah, selam?"
"Merhaba Jimin." İkisi de bana şöyle bir bakıp başlarını eğdiler, kol kola girmişlerdi ve hiç beklemediğim bir yüz ifadesine sahiptiler. Sakin görünüyorlardı.
Ne yani, bana karşı birlik olup üstüme mi atlayacaklardı? Manzara onu gösteriyordu. Kapının kolunu sıkıca kavradım, "evden çıkmamı mı istiyorsunuz?" diye sordum, kendimi elbette ki dışlanmış hissediyordum. "Yoongi'nin gelmesini bekliyordum...şey sanırım dışarıda da bekleyebilirim." Uzanıp askıdan hırkamı aldıktan sonra yanlarından geçmek için hamle yaptım ama tam çıkmak üzereyken durdum. "Şömineyi yakmıştım...üşüdüm de, isterseniz söndürebilirsiniz." Ne saçmalıyordum ki, sadece çekip gitmeliydim. Yan gözle onlara bakarken beni bir de burada hırpalayacaklarına, canımı yakacaklarına neredeyse emindim.
Ben artık savaş vermek istemiyorum. Sadece...ruh eşimle olayım ve dünya canımı yakmasın istiyordum, koruma kalkanını üzerime örterse dünya da beni görmezdi hem.
Gözüm ellerindeki şarap şişesine gitti. Hoseok ona baktığımı anlayınca, "bizi içeri almayacak mısın?"diye sordu.
"Burası senin evin, ben çıkayım da rahat rahat eğlenin." Yeniden çıkmak için yeltendiğimde Jungkook burnunu çeke çeke ağlamaya başladı ve sonra Hoseok'tan ayrılıp içeri, bana doğru büyük bir adım attı. Ne olduğunu anlamakta zorlanıyordum. Kollarını iki yana, beni kucaklamak istercesine açmış olmasını garipsedim ve bir adım geriledim. "Ah...Jimin, Jimin, küçük bebeğim." Kuzenim beni kolumdan tutarak kırmızı kanepeye oturtmaya çalıştığında tepki gösterdim. "Jungkook, ne yapıyorsun? Dur."