Jimin
Bay Bellini'nin beni çağırdığı saatten tam üç dakika önce, kasabanın merkezinde yer alan, önceden bir terzi dükkanının olduğu yere inşa edilen üç katlı modern görünümlü binasının önündeydim. Bir mimar tarafından tasarlandığı çok belli olan bu koca yapı, kasabanın doğal görünümünü tehdit ediyordu. Bu, çalışacağım kişinin duyarsız biri olduğunu gösterirdi, hoşnutsuzca dudak büktüm.
Binanın otomatik kapısından içeri girdiğimde resepsiyondaki kız kalkıp yanıma adımladı, bir omegaydı o da, türüne uygulanan kötü kurallara rağmen benim gibi çalışmayı tercih ediyordu, gülümsedim cesaretine. "Merhaba."
"Merhaba," elindeki kağıda göz attı. "Siz Park Jimin olmalısınız."
"Evet, benim."
"Randevunuz normalde iki dakika içinde başlayacaktı ama siz gelmeden birkaç dakika önce birkaç kişi gelip Bay Bellini ile görüşmek istedi, o da kabul etti ve randevuları ertelememi söyledi." Kız ince dudağını bükerek yüzüme mahcup bir tavırla baktı ve devam etti. "Sizi biraz bekletmemin bir sakıncası olur mu?"
"Belli ki gelenler önemli konuklarmış,"diye karşılık verdim. "Sorun değil, beklerim."
"Beklettiğimiz için özür dileriz," eliyle arkadaki koltukları işaret etti. "Siz böyle geçin ben de içecek bir şeyler söyleyeyim."
Bir şeyler geveledim ve yürüyüp koltuğa oturdum, beklemek demek gittikçe gerilmek demekti. Çünkü bu işi çok istiyordum, bu işi yapmam demek kendime olan güvenimim inşaası demekti, kasabada kabul görmek ve insanları susturmak demekti, kendimi işe yaramaz gibi hissetmekten de alıkoyacaktı hem. Tüm gün evde oturup durmak beni tam da toplumun gözünde düşen omegalar gibi hissettiriyordu.
İçine projelerimi koyduğum deri çantayı yanıma bırakıp bacak bacak üstüne attım ve beklemeye koyuldum. Omega içecek bir şeyler getirdi ama tek bir yudum bile almadım, midem kötüydü. Kendimi iyi hissetmek için camdan dışarısını izlemeye dalıp sabah olanları düşünüp sırıttım. Yoongi'nin baş harfini bile düşündüğümde mutlu oluyordum.
Buraya oturmamın üzerinden aşağı yukarı bir saat geçtiğinde sıkıntıdan patlamak üzereydim, koltuktan aşağı ayaklarımı sallandırıyor, arada bir etrafı dolaşıyor, telefonumla ilgileniyordum. Neyse ki bir saatin sonunda vakit geldi. Ben Bay Bellini'nin odasına gitmeden hemen önce asansörden birkaç kasabalı çıktı ve bana ters ters bakarak binayı terk etti.
"Lütfen geçin böyle," dedi omega yanıma adımlayıp. "İkinci kat, koridorun sonundaki oda. Bay Bellini sizi bekliyor."
Asansöre bindiğimde aynadan görüntüme baktım, üzerime tam uyan gri takım elbiseyle fiyakalı görünüyordum, Hoseok'un tasarımıydı, elbette iyi görünecektim. Bordo kıravatımı düzeltip saçlarımı inceledim. Kendimi bir anlığına, Seul'un karmaşasında, o koca binaların birinde gördüm, içim burkuldu. O günlere dönüp baktığımda kendime çok üzülüyordum, farkına varamamıştım belki ama ne kadar da yalnızdım, kimsesizdim.