7

260 14 7
                                    

Dahası benim görevim belli.
Bulaşık, ev işleri, sonra bahçeye.
Onbeş yaşındayım, uzun saçlarımı ikiye ayırıp omuzlarıma doğru ördüm, esmer bakışlarıma beyaz bir tülbent örtündüm.
Uzun çoraplarımı dizlerime kadar çektim, kara lastiklerimi ayağıma giydim. Urganlı sepeti sırtlandım ve yola koyuldum, bugün patates sökeceğim tarladan. Öyle eğlenceli ki patates sökmek, her çapadan yumru yumru patatesin çıkması çok hoşuma giderdi.
Ağaç gölgeleri patika yola resim çizmiş sanki, ohhh tertemiz hava, sık orman, karışık hayvan sesleri, vızır vızır arılar.

Yokuştur bizim oralar, heybetli asırlık ağaçlar var. Meşe, gürgen, ıhlamur, kestane ağaçları daha fazladır. Mevsiminde açan kestane, ıhlamur ağaçlarının çiçekleri göz doyurucu güzellikte, büyüleyici kokuda olur. Uzaktan gelen odun kesme sesleri bir an ürkütür. Bir şırıltı duysan pat durursun, yılan mıydı o, tilki mi, kurt mu? Kalbinin atımını boğazında hissedersin.

Tam da şimdi, arkamda ayak sesleri var sanki, dönüyorum kimse yok, ses kesiliyor. Yürümeye başlıyorum bir taş yuvarlanıyor patikadan, korkum artmaya başlıyor. Dönüyorum yine bir şey göremiyorum. Bahçenin giriş kısmana korku, panik, hızlı adımla geldim, oturdum. Nefesim hızlı, kazmayı elimde sımsıkı tutuyorum. Bahçenin üst tarafından küçük bir taş atıldı önüme. Allah'ım bu neydi şimdi. Eskilerin o korkunç hikayeleri geliyor aklıma. Daha bir korkuyorum ve zor bela: "Kim var ordaaaa?" diye sesleniyorum, cevap yok yok...
Sanki biri korkutmaya çalışıyor gibi ama kim yapar bunu bana, neden, niçin ve dağın başında. Yabancı olmaz bizim buralarda diyorum kendime, kargadır, ceylandır, eliktir diye telkin ediyorum kendimi... Derken bir ıslık sesi...

Aman Allah'ım biri var. Nasıl bir panik bende, aklımdan geçirdiğim onca kötü senaryolar. Anlatılan korkunç hikayeler film şeridi gibi geçiyor gözlerimden, zihnimden.
Titrek sesle;
"Kim var ordaaaa?!" cevap olarak yeni bir ıslık sesi...
İkincisinde artık toplanıp geri eve dönmeye karar veriyorum. Orda kalmaktan inanılmaz korktum. Kalbimin atış hızı hiç yavaşlamıyor. Sepeti tekrar omuzluyordum, bir erkek sesi;
Gülerek,
"Gül Fidaaan, yardıma geleyim mi?" diyor.
"Kimsin sen ya, karşıma çık." dedim cahil cesaretiyle. Sanki çok istediğim bir şeydi bu.

Elinde uzun bir çubuk, orta boylarda, kumral, şımarık gülüşlü bir erkek karşıma çıktı. Yine o gerzek sesiyle "patates mi sökeceksin sen, yardım edeyim mi?" dedi. Korkum bir yana öfkem de arttı. Tersledim ama bişi yapar, gücüm yetmezse diye ödüm kopuyor.
"Dur, dur korkma, ben yabancı değilim." dedi.
Ama istikrarlı benimle konuşmaya.

Hiç cevap vermeden, sepetimi sırtlandım, kazmamı elime aldım, evin yoluna koyuldum. Olup biteni anneme anlatıp eve neden patates getiremediğimi anlatacaktım. Yol boyu arkamdan takip etti beni eve kadar geldi. Annem kapının önünde odun baltalıyordu. Anneeee diye seslenip, ağlayarak yanına gittim. Tam anlatmaya başlıcam:
"Emine yengeeee, nasılsın, iyi misin, özledim yahu ayranını..." diye anneme selam verdi.
Annem de:
"Oooo Dursun oğlum, hoş gelmişsin, sen nasılsın, anan/baban nasıl, sağlıkları yerinde inşallah." diye yanıtladı.
Ben ise gözlerim ıslak, korkulu, tedirgin bir şekilde,
"Dursun muuu?" dedim...
Hani şu arka köydeki babamın arkadaşının oğlu, bizim köyde bahçesi, evi olan amcanın kardeşi. Dahası küçükken beraber oynadığımız, abilerimin en sevdiği oyun arkadaşı Dursun!!!

Sahi ben hiç tanımadım ki...
Ya da tanıyacak kadar hiç bakmamışım ki...

Gül FidanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin