10

210 15 13
                                    

Tatlı, tuzlu, sarma, çeşit çeşit yemekler yapıldı. Gündüzden temizlenen, düzenlenen evde her şey yerli yerinde. Annem misafir odasında ki sobayı yaktırdı, hemen sönmesin diye büyük bir kütük odun yerleştirdik. Evde olan gazyağı lambalarının hepsini yakıp duvarlara astık. Artık hazırız. Patika yoldan gelen ses ve ışıkta kulağımız. Kız kardeşim Elmas bana doğru yaklaştı;
"Ablaaa, heyecanlı mısın?"
O an durdum. Zihnim, yüreğim durdu. Sesim çıkamadı. Yutkundum;
"Bilmem." dedim.
Bilmiyordum çünkü. Gerçekten ne hissediyorum, heyecanlı mıyım hatta tüm bunlar benim ile mi alakalı? Onu bile idrak edememiştim. Ben daha Dursun ile ilgili bir fikir edinememiştim. Yani Dursun'a karşı bile ne duygulardayım, hissettiklerimin duygu kavramında adı neydi ki?

Derken, patika yolda atların ayak sesleri, el fenerlerinin ışıkları  görüldü. Annem, Gülfidan, Elmas mutfağa geçin misafirlerimiz geldi deyince biz mutfak camına koştuk. Her zamanki gibi çok hoşumuza giden,  yoldaki  misafir seslerini dinledik. En büyük abimin hanımı Dursiye yengem geldi mutfağa. Haydi sofrayı kuralım, adamlar uzak köyden geldi dedi. Arada kulak kabartırdım yan odaya. Ev birde ahşap olunca duymak çok zor olmazdı. Dursun hep yaptığı gibi, şen sesiyle şakalar yapıyor, bir şeyler anlatıyor, ağabeylerim ve  erkek kardeşlerim ile gülüşüyordu.
Sinileri hazırladık, beş yer sofrası kurduk. Gelenler beni ve ailemi az çok tanıdığı için dost muhabbeti şeklinde geçiyordu akşam. O nedenle gerilmedim ilk başlarda lakin ta ki o sese kadar...

Dursun'nun ağabesi erkeklerin olduğu odadan seslendi;
"Emine ana bir gelin kahvesi içsek şöyle bol şekerli, tatlı tatlı konuşsak."
Annem cevapladı;
"Olur tabi, sofralar kalksın kahveler hazır."

Yengem bana yardım etti, kahveleri beraber dağıttık. Sofraları kaldırdık ve Elmas geldi yanıma;
"Abla ablaaaa seni istiyorlar, hemende yüzük takalım dediler."
O an şaşırdık, yengemle ellerimiz köpüklü koridora çıktık. Hakikaten Dursun'nun 10 gün sonra askere gideceğini ve o nedenle askere gitmeden bir yüzük takalım diyorlardı. Sonunda da karara vardılar. Çaylarını içip tatlı, tuzlu kurabiyelerini yerken konuyu netleştirdiler. Benim hayatımı birileri ölçüyor, biçiyor, kesiyor, dikiyordu. Sanki bir hayalde, bir rüyada, bir başka alemdeymişim de, bu olanların benim ile hiç ilgisi yokmuş gibi bir histeyim. Karmakarışık hayır yaşım da bunları çok da anlamlandırmaya musait değildi zaten.

Ahhh eski zamanlar, eski günler. Bir yanı tatlı hatıralar, bir yanı acı... Burada tuhaf olan o ilk beni isteme akşamının tadını sorarsanız buruk, ekşi bişiydi yani ne bileyim bir anlamı yok gibiydi var gibiydi de... Araftaymış hissi, bir nehirde sürüklenircesine, zarar görmeden, boğulmadan ama nereye gittiğini bilmeden, suyun ısısını hissetmeden sadece sürüklenmek...

Artık çaylar içildi, aile arasında yapılacak nişana karar verildi. O akşam Dursun'u görmedim desem yeri var. Bir iki defa çay, kahve servisinde göz ucuyla gördüm. Net hatırladığım içten, güzel bir gülüşünün oluşu ve keskin yakışıklı yüz hatları ama saç rengini, göz rengini sorsanız bilmiyorum. Misafirleri uğurladı evin büyükleri, evin işlerini toparladık. Sanki yaşananların benimle hiç bir alakası yokmuş havasıyla yatakları serdik yattık.

Bir müddet uyuyamadım, zihnim hiç susmuyor. Sürekli konuşuyor. Hayır yani sanki cevabını biliyormuşum gibi de hafızam bana sürekli sorular soruyor.
Nasıl olacak şimdi?
Neler olacak?
Ben Dursun'u sever miyim ki?
Nerede yaşayacağım?
Askerden ne zaman gelir ki?
Acaba görüşebilecek miyiz?
Gülfidan uyu, uyu, uyu.....
Bir ton olmuş göz kapaklarımı sımsıkı kapattım.
Açtığımda bütün bu sorular susar mı!?
Gülfidan uyu...

Gül FidanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin