18

185 9 28
                                    

Bir iki hafta boyunca ekimini yaptığımız sebzelerin rutin işlerinden biri de ot kazma, çapalama yapılmasıdır. Eğer bu işi yapmazsak ektiklerimiz rahat filizlenemez ve güçlü olamazdı. Böylelikle de vereceği sebze ya çok hastalıklı ya da çok az olurdu. Hayatta her şey ama istisnasız her şey ilgi alaka bekler. Eski atalarımız boşa söylememiş: "Bakarsan bağ, bakmazsan dağ olur." diye...

Bu işler devam ederken tabi evin işleri de ayrıca devam ederdi. Her biri birbirine bağlı olarak kısırdöngü içindeydi. O günlere dair en çok yorgun anımsadığım uykusuz kalışlarımdır. Sabaha karşı dört gibi kalkardım. Taş ocağı yakar, üzerine çay suyu için güğümü koyardım. Su kaynayana kadar ahıra inip hayvanların altını temizlerdim. Bu arada büyük eltim, kayınvalidem de kalkar paldır küldür işe koyulurlardı.

E zor tabi, kahvaltı, öğlen ve akşamın yemeği, gün içinde gidilecek bahçeye yolluk hazırlıkları olurdu. Dakikalar ile yarışırdık. Bunun yanı sıra yıkanacak çamaşır mı yok, kesilecek odun mu? Çamaşırlar asılıp, odunlar eve taşınacak. Dursun ile küçük kaynım ormandan izinli alanlardan kestiği odunu, çalı çırpıyı evin önüne yığar, keserlerdi. Bizde akşamları bağ bahçeden gelince eve girmeden kimimiz ahır işine koşar, kimimiz odunu eve taşırdık. Çok yorucu günler geçirirdik. Ama ilerde bu yorgunlukların bir hiç olacağından habersiz son akşam çayını içerken sayıklardım.

Günler tüm rutinliği ile devam ediyordu. Yaza merhaba derken bağ bahçe telaşı yerini artık fındık toplama hazırlığına verdi. Fındık bahçesi olanlar bilir diye hep söylemişimdir. Emek isteyen, sabır ve fazla ilgi isteyen bir bahçe işidir. Önce içinin boy kadar olmuş otları tırpan ile temizlenir. Fındık ağacını gördünüz mü hiç bilmiyorum ama toplu toplu beş altı dalın olduğu öbekler vardır. Biz bu öbeklere ocak deriz. Her ocak dibinde ağaca dönmüş dalı hariç ışgın dediğimiz yeni boy veren körpe fidanlar olur ve bu minik fidanlar kesilir ki ocağın kendi gücü bölünmesin. Gerçekten bu temizlikler yapılmazsa o sene fındık hasatı yok denecek kadar az olur. Bu temizlik dışında verim gübresi atılır, ilaçlamalar da yapılır. Annem, babamdan çok duymuşumdur ilaç az gelmiş dikençat bahçesinde kaç ocak hastalanmış diye.

Çok uzak bir köye evlenmemiştim, bu sebeple hep işler aynıydı. Yabancı olduğum tek şey alışmakta zorlandığım evlilik ve tam olarak kabul edemediğim gelinlik olgusuydu. Fındık bahçe işlerine başladığımızda çoğu gün yağmur yağar. Bu sanki yazılı olmayan bir kanun gibidir. Elli yılı aşkın bu işlere devam  ediyorum halen öyle, üstüm başım kuru eve geldiğimi daha hiç bilmem. Hep bir çise vardır arada şakır şakır yağar, durur, çiseler tekrar yağar... Her bahçede olmasa da uzak bahçelerde kesinlikle tahtadan çakılmış üstü kapalı altı toprak barakalar vardır. Aslında sadece üç tarafı kapalı toprağa çakılmış tahtalar ya da odunlardan çevrilmiş küçücük sığınaklar. Yağmur artınca dipdibe zor sığınırdık altına.

Monoton giden günler yorgun, yoksul devam ediyor. Kurulmuş saat gibiydik hepimiz. Kayınpederim  oğullarının tarlalarını ayırmaya karar verdi. Herkes kendi bahçesine daha iyi hizmet etsin diye yapmıştı bunu. Eşim Dursun'a ise en uygun olacağını düşündüğü saydere havlu ve taşlıbacak dediğimiz bahçeleri verdi. En uygun olanı demem şu ki bu bahçeler benim anne ocağının olduğu çatak köyündeydi. Ben buna çok sevinmiştim. Demek oluyor ki her yıl fındık zamanı ben oraya gidecek bahçemin fındığını toplayacaktım. Ayrıca toplanan fındık satılınca parasıda Dursun'a ve bana kalacaktı yani bizim olacaktı. Ahşap kapıya yaslanmış kayınpederimin oğullarına bahçe bölmesini izliyordum. Birden kayınvalidem seslendi. "Gelin sobayı harla, şimdik yemek yok mu diyecekler. Sofrayı kurmaya durun." diyerek kendi ahıra indi. Ben zaten duyacağımı duymuş, bahçemin Çatak da olduğunu öğrenmiştim. Çok mutlu olmuştum inanın buna. Ha bu yıl ortak toplanacaktı ve parası haneye girecekti ama olsun. Belki ilerde bahçemizin içine ev de yaparız.

Çocukluğumdan beri hep fazla hayal kurarım. İçimde kırıkları çok olmasına rağmen vazgeçmem hayal kurmaktan. Yılmadan hayal eder dururum.
Akşam sofrasına oturduk. Herkes mutlu, memnun. Kadınlar olarak lafa asla karışamayız, yorum yapamayız, soru hiç soramayız. Kayınpederimi bu konularda hep takdir etmişimdir. Sahiden beni de hiç kırmamıştır. Zaten ağır başlı, işini bilen, çok dua eden bir insandı. Çocuklarına hiç hak geçirmeden genç yaşta herkesin kızlarının bile rızasını alarak yerleri belirledi. Kızlarının bile demem tuhaf gelmiş olabilir size ama o dönemler nerde kız evlat değeri, bahçe verilmiş verilmemiş kimin umrunda. Anne babanın umrunda olmazsa kardeşin hiç olmazdı. Herkesin doğal olarak yapmadığı bu paydayı kayınpederim yapmıştı. Bende bunu gözlemleyerek kıvanç duymuştum. Benim babam da bakalım iki kız evladını düşünecek miydi?

Yemeğin son demlerindeyken, kayınvalidem pat Dursun'a dönüp: " E yeriniz belli oldu. Bu ailede küçük bir çocuk sevilir şimdi. Aylardır ses etmiyorum ama her şey vaktinde güzel olur oğlum." Dedi. Ben o an yer yarılıp yerin altına girseydim keşke. Öyle çok öyle çok utanmıştım ki...
Dursun: " Doğru, her şeyin zamanı var, Allah bilir işini." Dedi ve sustu. Kalktık sofradan. Çay demledik. Ben çok içerlenmiştim. Bunun sebebini iyi biliyordum çünkü engel yok gibiyken gerçekten hamile kalmamıştım. Ara ara sorguladım da kendi kendime. Hatta çok ay hali gecikmelerim olurdu, heyecan yapardım ama ne bulantı, ne baş dönmesi hiç olmazdı.

Bu sorgular bir hayli artmaya başladı...

Gül FidanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin