On gün...
Rina onu görmeden on günü geçirmişti. Bir kere bile aramamış, gelmemiş, nasıl olduğunu sormamıştı. Bir odada tıkılıp kalmıştı. Kimseyle görüşmek istemiyor, aşağı inmiyor, gerekmedikçe kimseyle konuşmuyordu. Penceresinin önünde oturup, dışarıyı izliyor; Tolga’yla geçirdiği günleri düşünüyordu.Kapının tıklanma sesi ile o tarafa dönüp baktı. “Gir,” diye seslenince kafasını uzatan Taner’i gördü.
“Biraz konuşabilir miyiz küçüğüm?”
İlk geldiği günlerde bir kaç kere yanına gelmiş, ama Rina hep ‘uykum var,’ ‘yorgunum’ diye adamı geri çevirmişti. Bugün ise garip bir şekilde onunla -daha doğrusu birileri ile konuşmak istiyordu.“Evet,” dedi ifadesiz görünmeye çalışarak.
Taner gülümseyerek içeri girdi. “Gelemedim, bir kaç gündür görevdeydim, yoksa ihmal ettiğimi düşünmeni istemem.”
“Öyle düşünmedim. Sonunda anlayışlı olup, beni rahat bıraktığını düşündüm,” derken gülümsedi.
“Çok şakacısın,” deyip burnuna dokundu ve o da pencerenin girintisine, tam karşısına oturdu. “Ee nasıl gidiyor?”
“Sıkıcı.”“Bence sıkıcı olan sensin.” Kız kaşlarını kaldırınca Taner burnunu buruşturdu ona ‘ne’ der gibi. “Burası site ve yaşıtın bir sürü kız var. Onlarla arkadaşlık edebilirsin. Yok ben asosyalim, yabaniyim diyorsan da altında araba var, alıp kendi kendine gezebilirsin, artık bir tehlike de kalmadı. Yok ben ev kuşuyum evde mutluyum diyorsan, kitap alıp bahçeye çıkabilir, yürüyüş yapabilir, mutfakta pasta-çörek yapabilirsin. Eminim müşterin çok olur. Babam ve oğlum bayılırlar pasta çöreğe ve ne yazık ki bu konuda çok beceriksiz bir annemiz var.”
“Odamda oturmak en iyisi.”
“Rina,” dedi bu sefer daha ciddi bir ses tonu ile. “Neler yaşadığını anlamaya çalışıyorum. Bize de zor, biz de şaşkınız. Ama biz seni aramıza almak, öyle bu dönemi atlatmak istiyoruz. Sen bizimle sofraya oturmuyorsun, annemle-babamla konuşmuyorsun.” Elini tuttu, “Rina, biz senin aileniz. Seni tanımadan çok seven bir aile. Annem yıllarca seni aradı, senin için neler yaptı. En azından bize olmasa bile, ona azıcık sıcaklık gösteremez misin?” yanağını okşadı bu sefer, “Ve inan biz bu masaldaki iyi karakterleriz bebeğim, kötü olan baban sandığın o adamdı.”“Korkuyorum.”
“Neden?” diye sordu anlamak ister gibi.
“Bilmiyorum. Ama korkuyorum. Sanki size bir adım atarsam yenilecekmişim gibi geliyor.”
Taner kahkaha attı, “Gel benimle, gel! Korkun buysa, çok haklısın. Bize elini verdin mi kolunu da kalbini de kaptırırsın.” Onu elinden çekiştirerek aşağı indirirken bir yandan da açıklama yapıyordu. “Oğlum burada. Belki o seni dize getirir. Adı Yağız. Çok konuşur ve oldukça zekidir. Ayrıca hoşlandığım kıza asılıyor. Gözü bayağı yükseklerde bacaksızın,” dedi ve arkasından sürüklediği kıza bakıp göz kırptı. “Bugün gelir gelmez babamdan mangal istedi. Hava da fena değil diye bahçede mangal yakacağız.” Sonra da durup kıza yeniden döndü ve “Ailecek!” diye vurgu yaptı. “Sende aramızda olacaksın. Hem... Büyük aksi abimle onun tam tersi tatlı yengem de geliyorlar. Onunla daha tanışmadın. Sanırım sen ona çekmişsin. Evet evet kesinlikle ona çekmişsin. Aksi cadısın.”Ve sonunda birlikte bahçeye çıkmışlardı. Linda ile Ufuk oğullarının elinden tutup getirdiği kızlarını görünce gülümsemişlerdi.
“Rina...” dedi Linda bir adım atarak. “Aşağı inmene çok sevindim kızım.”
İşaret parmağı ile Taner’i gösteren kız “O zorla indirdi,” diye açıklama yaptı. “Yoksa bana kalsa inmezdim.”
“Küçük hanım az yabani, o yüzden üstünüze alınmayın Karan ailesi.” Sonra oğlunun yanına getirdi kızı, “Bak bu oğlum Yağız.” Sonra oğluna da Rina’yı tanıttı, “Yağız, bu da senin Rina halan.”
“Rina kafi. Hala demese de olur,” diye homurdandı kız.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UNUTULMAK HİÇ HESAPTA YOKTU - BELA SERİSİ II *FİNAL
RomansaBela o adamın soyadıydı, ateş ise yaşadığı yer... Ateşin içine çektiği masum, hiçbir şeyden habersiz bir kız... Oysa tek amacı onu korumaktı. Ateşte yanmak mı daha korkutucuydu, yoksa buzun içinde donmak mı? İşte o masum yürek tam da bu iki ucu ölüm...