#45

29 12 10
                                    

jun, 4    wednesday

hava iyice çığrından çıkmaya başladı burada defter. daha hazirana yeni girdik oysaki.
yatağımın üzerine koyulan ütülü ve oldukça düzgün kıyafetlere takıldı gözüm. hışımla içeri gittim ve kadını kolundan tutup balkondan içeri çektim. "yaşama böyle!"

"ne? bebeğim, iyi misin? bir şey mi oldu chim?"

"yaşama böyle diyorum sana! bu lanet olasıca döngüden sıkılmadın mı? insanların pisliklerini temizlemek, onlara hizmet etmek ve böyle devam eden onlarca yıl. nasıl katlanıyorsun buna?"

"olur mu hiç öyle şey anneciğim? severek yapıyorum ben bunları."

"yapma o zaman! yapma o zaman! bunun için mi geldin sen bu dünyaya?"

"gel otur bakayım şuraya." koltuğa oturduk. "ne önemi var ki chim? kim bu dünyaya ne için geldiğini gerçekten biliyor ki? ama herkes bir şeye inanıyor ve hayatını böyle sürdürüyor. ben de hayatımı babana ve sana adadım."

rezillikti. bir başkası için yaşamak? gerçekten rezillikti.

"kafan karışık, anlıyorum. ama geçecek unutma. istersen bugün okula gitme, birlikte vakit geçirelim. ne dersin?"

düşündüm. 'anne' bile diyemediğim biriyle anne-çocuk vakit geçirmek mi? hayır hayır...

"yok, iyiyim ben. önemli dersler var."

"dersleri önemsediğini görmek güzel. hastanedeki arkadaşın nasıl oldu?"

hei... lanet olasıca hei. "bilmiyorum. bugün giderim belki."

-

okuldan sonra biraz endişeli, biraz korkarak hastaneye gittim. jae oradaydı, bekleme alanında. minji'nin evinin önünde bekleyişi geldi aklıma. o zamanki gibiydi, çökmüştü. birinin gelip onu kurtarmasını istiyor gibiydi. yolunu kaybetmiş gibiydi, biri ona yolu göstermeliydi.
yanına çöktüm. "hangi yüzle geldin buraya?"

"arkadaşımın durumunu merak ettim."

yalandan gülüyor gibi yaptı. "vurdumduymazlığını da al git buradan."

gözlerimi devirdim. "gel benimle." kolundan tutup ayağa kaldırdım. bir an burnu omzuma çarptı. başı dönmüştü sanırım. gerçi bu kadar ağladıktan sonra normaldi. kolunu tuttum. "iyi misin?"

"iyiyim.. başım sadece."

"bekle burada." kesin hiçbir şey yememişti. aşağı kattan bir tost ve bir kutu şeftali suyu alıp hızlıca yanına döndüm.
"bunlar ne?"

"hadi ye. işlerimiz var."

"olmaz."

"niyeymiş o?"

"hei orada ölümle savaşırken yemek yiyemem."

"ne kadar saçma. sen iyi değilken hei'nin iyi olmasının ne önemi var ki?"
kazanmış olmalıydım ki yemeye başladı. "tüm bunlar sana olan nefretimi değiştirmedi, bilgin olsun."

"peki." dedim. ona göstereceğim şeyden sonra fikrini değiştireceğinden emindim.

mr. fish (fuck it shit happens) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin