Daire başkanı: Yeni bir harekat başlatılıyor arkadaşlar. Harekata katılacak timler: Kıskaç, Sancak, Şahin ve Bora. Atmaca, Hilal ve Doğan; siz, yuvada kalıyorsunuz.
Görkem: Bölge neresi, başkanım?
Daire başkanı: Amirlere iletilen dosyalarda tüm bilgiler mevcut.
Onları toplu kazımaya gidiyoruz. Bize kafa tutma çabası içinde olanları toprağın altına hapsetmeye gidiyoruz. Oraya tek yürek, tek bilek olarak gidiyoruz. Asker- polis gönül birliğiyle, savaş ruhuyla, iman yoluyla ve kazanmaya gidiyoruz. Her ne olursa olsun kazanmadan dönmeyeceğiz. Mete Han'ın ordusu ordumuz, Osman Gazi'nin alpleri savaşçılarımız olsun. Can verirsek yuğumuz, geri dönersek toyumuz kurulsun. Makber taşı sevdalımız, pusatlarımız yoldaşımız olsun. Vatana canımız, ezana kanımız feda olsun. Kızıl boyalı gözlerimiz, sert nidalı sözlerimizle attığımız bu adım muvaffakiyetle son bulsun.
Şefin Toplantısı:
Şef: Başkanı duydunuz: Suriye'ye gidiyoruz. Günler yahut haftalarla sınırlı kalmayacağından emin olduğumuz bir göreve gidiyoruz. Rütbeli olanlarınız genellikle benzeri operasyonlarda bulundu, kalanlar da deneyimleme fırsatını buldu. (...) Görevin önemini ve planlamayı kabaca anlattığıma göre hazırlığa geçme vaktimiz geldi. Son olarak eklemek istediğim bir şey var: Bir tek zayiata dahi tahammülüm yok. Yola on iki kişi ile çıkıyoruz ve on iki kişi ile de dönmeyi temenni ediyorum.
On iki kişi mi? Biz on üç kişiyiz. Bahse girerim görevden men edilen kişi benim. Hayat, istediğim neyi verdi ki şimdi istediklerim olsun. Artık kabullenmem gerektiğini biliyorum en azından. Ben hep kabullenmedim mi zaten?
Neyse... Şefin bu kararına itirazlar gecikmedi. Sırtımı, sert kayalardan oluşan bir duvara dayadığımı o an bir kez daha hissettim. Ardında kayalar varsa yıkılsa da düşmezmiş insan. Her biri tek tek benim göreve katılmayışımı sorgularken ben de susmuyordum elbet lakin koskoca bir ailem vardı ve kendimi yuvamda gibi hissediyordum. Ben birkaç cümle ettikten sonra onlar konuşmaya başladı, ben ise hayranlıkla onları izledim. İnsanın ailesi olmalı. Kan bağı olsun ya da olmasın insanın kendini ait hissettiği bir yer ve kişiler olması lazım.
Mahşer: Biz on üç kişiyiz.
Şef: Leşker burada, karargahta, kalacak.
Leşker: Neden, şef? Ben niye katılamıyorum?
...
Şef: Yeter! Emir mi sorgular oldunuz? Emredersiniz, deyip gitmek bu kadar mı zor!
Leşker: Tüm saygımla arz ederim ki: ben burada durmam, resmi ya da gayri resmi oraya gelirim.
Şef: Kendine gel!
Bu kez sahiden sinirlenmişti sanırım. Gözleri alev topuna dönmüş, burun delikleri büyümüştü. Bu kadar sinirlenmesini anlayamamıştım ama sonra fark ettim ki o benim babamdı. Hani bir yere gidebilmek için babandan izin alırsın da o, seni düşündüğü için onaylamaz; kalbinin kırıldığını bilir ama canına zeval gelmesin, parmağına kıymık batmasın diye istediğini yapmaz. En son raddede dayanamaz ve kabullenir lakin seni koruyabilmenin yollarını arar. Ben o zamanlar bilmezdim bunları, sonradan öğrendim. Şef de baba gibi kabul edecekti beni kırmayarak. Bu kabullenişi beni koruma mekanizmasını daha çok harekete geçirecekti, zihni daha çok meşgul olacaktı benimle ama yine de kabul edecekti işte. Hem de bir koşul sunarak: doktor raporu olumlu olmalıydı.
Akrep gece üçü gösterirken doktorun kapısına dayanmıştım. Doktor raporu birkaç saat içinde elimde olmalıydı ki hazırlıkları tamamlayıp göreve katılabileyim. Gece gece beni karşısında gören doktor; yarı uykulu, yarı şaşkın bakışlarıyla dediklerimi dinledi.
...
Doktor: Olmaz. Çok uzun sürer, diyorsun. Böyle büyük bir yükü kaldıramaz bedenin. Bedenin yavaş yavaş iflas eder. Bu çok büyük bir risk ve geri dönüşü de çok zor.
Leşker: Sana kalsa geçen yıl ölmüştüm, doktor. Şimdi şu kayıt tuşuna basıp seni zorladığıma dair delil bırakacağım. Eğer her şey beklediğim gibi gitmez, senin dediğin gibi olursa bu videoyu kullanırsın.
"Ben Sude Sine. Doktorum Kahraman Sezen'in uyarılarını dikkate almayarak ağır şartlar ve uzun vaade gerektiren göreve katılıyorum. Gerekli doktor onaylı raporu zoraki olarak bana veren Kahraman Sezen'in vuku bulan olayda hiçbir dahli yoktur."
Raporu alır almaz şefe teslim ettim.
İsimsiz: Geliyor musun?
Mahşer: Çatlatma insanı.
Leşker: Onayı aldım!
Hazırlıklarımızı tamamladık, sabah duamızı ettik ve yola çıktık. Halk, gideceğimizi duyunca şubenin yakınlarına birikmiş. Güzel dilekler, hayır dualarla bizi uğurlamaya gelmişler.
Sulh-u Cihan
Arz inledi hayır dualarla
Gök akmaya başladı insanlığa
Rahmet ve bereket akıyor ruhlarımıza
Şanlı Türk ordusu gidiyor zafer aşkıyla
Dönmek yazılmamış kitaplara kızıl elmadan
Dönmeyiz cihan sulha varmadan
Sude Sine
Kalabalığın içinde bir teyze vardı. Elimize bir şey tutuşturuverdi: şehit oğlunun kanıyla sulanmış bayrağı. Yüzünde çizgi çizgi hasret, avuçlarında buram buram ana kokan o teyze körpecik bir genç kızın ellerini sımsıkı tutuyordu. Tahminimce torunuydu. O şehidin kızıydı.
Az ötede bir amca torununun naaşını bir haftadır alamadığını söylüyordu. Bizler de Allah'a emanettik. Torununu da Allah'a emanet etmiş giderken. Evlat kokulu yiğitlerim, diye Koza' ya sarılırken içlerimizden şehidimize Fatiha okuyorduk. Ne kutluydu şehadet ve ne buruktu geride bırakmak. Arkamda bırakacağım bir ailem yoktu: benim ailem Görkem'di, Bora'ydı, özel harekattı.
"Anadolu derler bize
Ak alınlarımızdan
Türk derler bize
Kan olanlarımızdan."
![](https://img.wattpad.com/cover/241895723-288-k168165.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Leşker "Yorgunluğun Mutluluğu"
RandomYok olan bir çocukluğun, gençliğin, hayatın acı dolu öyküsü. Yok olmuş bir hayatın Özel Harekât' la birleşmesi ve ufacık bir kız çocuğunun başına gelen kötü olaylar silsilesinin yaşamına bıraktığı derin izlerin içinden gelen Cennet Kokusu. "Mermiler...