Geceyi geçirmek için Sinan'ın olduğunu düşündüğüm eve geldik. Kaç gündür uykusuz olmam ve yaşanan onca şeyden sonra olduğum gibi sızıp kalmışım. Bir insan uyumaktan neden korkar? Uyuyunca uyanamamaktan, uyansa da uykusunun zehir olacağından... İnsan niye uyumaktan korkar? Çocukluk uykularımı o kadar çok özlüyorum ki. Çocukken uykularımın verdiği bir huzur, bir dinginlik olurdu. Artık ne adamakıllı uykularım kaldı ne de huzurum. Bir insan olarak temel ihtiyaçlarımdan biri de uyumak değil mi? Uykularımın bir hırsızı, bir katili var: babam. Baba, denildiğinde aklıma iki ayrı kutup geliyor. Aklıma ilk gelen ise güzel olanı olsun isterdim ama -insanoğlu işte- önce kötüsünü hatırlıyorum. Bedenimi kurtarmak için verdiğim direnişi hatırlıyorum, bir et yığınına dönüştüğüm o anı hiç unutamıyorum. Duygularımı, hislerimi, beni benden çalan o anı gözlerimin önünden, zihnimin köşesinden silmek için çok uğraştım ama bunca yıldır başaramadım. Başarabilecek miyim, bilmiyorum. Öteki kutupta da beni omuzunda taşıyan bir adam var. Başının üstünde beni taşıyan, ağladığımda yanaklarımdan makas alıp bana sarılan... Diğer kutupta mükemmel bir adam var. Bir zamanlar, öldüğünü düşündüğüm için sonunu acıyla bitirirdim her anımsayışımda. Artık bir kutup ölüm, öteki kutup ise yaşam. Hayatın getirdiği noktada mı yoksa kendi kendimi bitirdiğim yerde mi, bilmiyorum ama ben hep önce ölümü hatırlıyorum. Ölümle sulanmış zihnim de uykuya daldığı anda savaş vermeye başlıyor, uyanıkken verdiği savaşı kendi içinde halledebiliyor ama uykudayken şuursuzlaşıyor. Bu yüzden uyumaktan nefret ediyorum. Çocukluğumla birlikte benden çalınan bir diğer şey de uykularım işte. Uykudan bu kadar çok nefret ederken bir de Sinan Yüzbaşı'nın yanında uyuyakalmak... Uykumda kurtuluş mücadelesi verirken Sinan Yüzbaşı'nın dikkatini çekmişim. Adam, beni uyandırmaya çalışıyordu.
Leşker: İlla birine söyleyeceksem bizi yönetecek kişiye söylerim. Fazla kimsenin bilmesine gerek yok.
Sinan: Emir-komuta bende polis hanım. Sağlık kaydın temizdi, gayri resmi bir durum mu?
Leşker: Yüzbaşı'm...
Geçmişimiz, biz ne kadar kaçmak istesek de ensemizde bitiveriyor. Hani gece bir yere giderken ay ışığının bizi takip ettiğini düşünürdük ya, geçmişimiz de bizi öyle takip ediyor. Bir bulut gibi peşimizi bırakmıyor, bulut olup hep yağmur akıtıyor. Geçmişin damlaları altında ezilip duruyoruz bir ömür boyu. Kara lekeler birikiyor içimizde ve yağmurlar, temizlemenin aksine daha da karartıyor. Bembeyaz geliyoruz ama kapkara gideceğiz. Ya kendi kendimizi karartıyoruz ya da insanlar tarafından kirletiliyoruz. Biz -insanoğlu, Adem ile Havva nesli- anadan üryan doğup kararmış giysilerimizle defnediliyoruz.
İnsanlığın içi kararmış, büyüyünce anladım. Masum insanlar hala var mı, bilmiyorum ama eğer kuytuda köşede masum birileri kaldıysa yalnızca onların olduğu bir yerde ölene kadar yaşayabilirim. Bunu çok istesem de yapamam, yapmam çünkü bataklığımla o masumları da yok etmekten korkarım. İnsan olmaktan, yaşamaktan korkarım. Kararmış giysilerimi göstermek zorunda olmaktan korkarım. Ben, ben olmaktan korkarım. Kendimden korkarım ama insanlara güvenmek için sebepler arayıp sudan sebepler üretir ve onlara güvenirim. Kabuğu, gocuğu büyümüş ama ruhu yaşayamadığı çocukluğunu aramakta olan bir kadının, kefeni olan elbiselerini anlatmasının yükünü tahmin edebilir misiniz sanmam.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Leşker "Yorgunluğun Mutluluğu"
AcakYok olan bir çocukluğun, gençliğin, hayatın acı dolu öyküsü. Yok olmuş bir hayatın Özel Harekât' la birleşmesi ve ufacık bir kız çocuğunun başına gelen kötü olaylar silsilesinin yaşamına bıraktığı derin izlerin içinden gelen Cennet Kokusu. "Mermiler...