Bir dağın başında Kurak' ın anlattığı olayı dinliyoruz. Kulak kesilmiş anlattığı olayı dinliyor, bir yandan da bulunduğumuz yeri hayretle izliyorum. Eğitime falan benzemiyor, çok farklı bir yer. Hem çok güzel hem de çok tehlikeli. Birden bir kurşun gelir saplanır, alnına ya da bir vaşak çıkar karşına. Tuhaf bir yer yani. Tuhaf, garip gibi kavramlar bile az kalıyor, alıştıkça bağlanıyor insan. Zaman geçtikçe; dağın başında, vahşi hayatın ortasında mutlu bile olabiliyorsun. Tepene mermi yağmıyorsa, doçkalar vızırdamıyorsa...
Kurak: Bir gün yine dağdayız, buradan yüksek ama. Etrafımız kıskaca alınmış; kan, kar, kış, kıyamet, fırtına... Öğleden, geceye; geceden, sabaha kadar saatlerce çatıştık. İdareli mühimmat kullanımı vesaire teferruatlar, önlemler falan. Bitti mühimmat, tükendi yani. Elimizde kasaturadan başka bir şey yok; tırnak var, dış var, çakı, ayna,kaya... Hava ayaz, tepemize mermiler akın akın. Şimşek düşüyor, hava fırtına. Islağız, üşüyoruz; açız, neredeyse otuz saattir tek lokma yememişiz. Kumanya var, vakit yok. Açlık, üşümek pek umrumuzda da değil.
Zordayız, dardayız, kıskaçtayız. "Bittik!" Diyoruz ama bir yandan direnmeye devam, savaşmaktan hiç vazgeçemiyoruz. Abi, birden filmlere konu olan, onca diziye çekilen sahne gerçekleşti. Sesler duymaya başladık, öyle tanıdık bir ses ki, vatan sesi resmen. Al bayrak dalgalanıyor da onun sesi sanki.
Leşker: Ne sesi abi, hayal mi görüyorsunuz?
Kurak: Yok. G-3 sesleri. Bizim deli üsteğmen çıkmış gelmiş.
Şef: Emre Güneri mi?
Kurak: Aynen öyle Şef. Deli ya, verecek hakkını. Girilmez denen dağa, çıkılmaz denen yere çıktı geldi. Nasıl yaptı inan bilmiyorum. Geldi çıkardı bizi o hengameden.
Durdu, devamını anlatmak istiyor gibiydi ama boğazında düğüm olmuş bir şeyler vardı. Yüzünü seçemedim karanlıkta ama hissettim sanki. Mutsuz, rolden bir tebessümle zorlana zorlana anlatmaya devam etti. Çalıştı, kelimeleri seçmeye gayret gösterdi. Hikayeye başlarken bildiği sonu, anlatmak zorlamıştı.
Leşker: Sonra abi, sonra n'oldu?
Kurak: Çömezsen sürekli soru sorarsın.
Leşker: Kusura bakma abi.
Mahşer: Soru sormak iyidir çömez, takılma. Alıngan olursan işin zor, takma.
Şef: İşinize bakın hadi, rahat bırakın kızı.
Kurak: Eyvallah Şef. Bizi çıkardı, biz onu çıkaramadık. Bize yardıma geldi ama kendi şehit oldu. İlk kez şehit verişim değildi ama her seferinde ilk olur. Son olsun istersin ama hep ilk olur. Zamanla alışırsın belki ama alıştığına bile küfür edersin. Alışmak da değil de işte. Alışılmaz böyle bir şeye, alışamadım senelerdir.
Sessizliğe büründü herkes birden. Dağın sesini dinledik bir süre. Çiyan sesleri duyuluyordu, doğanın sesini dinlenebiliyordu. İlk deneyime göre oldukça ağır yaşanmışlık bıraktığım dağın ortasında saniyeler geçtikçe hayretim artıyordu. Hiç şehit vermemeyi umdum içimden, mümkün olmayan bir şey olsa dahi "Amin" dedim. En azından ilk dağ deneyiminin verdiği gerginliğe bir de böyle bir şey eklenmemeliydi. İlk şehit verişim olmazdı ama "Her şehit verdiğinde ilk kez vermiş gibi olursun." Tabii babalar bir kez ölür.
Şef: Karga, hazır?
Karga: Emredersin Şef.
O güzel sesinden nameler dökülmeye başladı. Sanki sesine değişik bir huzur birikmişti, çok güzel bir koku vardı etrafta. Maalesef hiç yabancı olmadığım ama geçen yılların buğulaştırdığı bir koku kapladı etrafı. Belki de olacakları ikimiz de hissetmiştik. Belki de okuduğu türküye başlarken oluştu, belki de ben o anın şokuyla öyle hissettim. Dağ hiç beklenmedik anda vurur insanı, çok kez okursun bunu belki ama yaşamadan özümseyemezsin.
Telsizden kısık kısık ama muazzam bir sesle: Mağusa Limanı, limandır liman aman aman. Beni öldürende yoktur din iman...
İçine mi doğmuştu bilinmez ama son türküsü olarak bunu seçmişti bir şekilde. Türkü kanla kesildi. Aybüke' nin o muazzam sesi ardından acı, hüzün karışımı mermi sesleri çınladı kulaklarımda. Şimdi olmamalıydı bu. Hiç hazır değildim böyle bir şeye.
Seslendik, bağırdık ama nafile. O melek yüzlü, mükemmel sesli kadın yok oldu birden. Böyle bir şey olmamalıydı şimdi, onunla daha fazla zaman geçirmeliydik. Gülmeliydik, yardım etmeliydik birbirimize. Aşık olduğumuz adamı anlatmalıydık birbirimize. Aybüke aşık olmalıydı, evlenmeliydi. Anne olmalıydı mesela. Şimdi apansız ölüm geldi. Önce mermi yedi, sonra uçurumdan yuvarlandı. Annesini görecekti, babasına sarılacaktı. Memleketinin toprağının kokusunu çekecekti içine. Annesinin soba üzerinde demlediği çayı yudumlayacaktı.
Hayaller bir kez daha öldü. Bir kez daha parıltılı gözler söndü. Aybüke şehadet şerbetini yudumladı, biz ise akıllarımıza son türküsünü "Mağusa Limanı" nı kazıdık hafızalarımıza.
"Yazım ve noktalama hatalarım varsa - ki var - kusura bakmayın. Elimden geldiğince düzenlemeye çalışıyorum."
"Buraya kadar okuduysanız gerçekten çok teşekkür ederim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Leşker "Yorgunluğun Mutluluğu"
De TodoYok olan bir çocukluğun, gençliğin, hayatın acı dolu öyküsü. Yok olmuş bir hayatın Özel Harekât' la birleşmesi ve ufacık bir kız çocuğunun başına gelen kötü olaylar silsilesinin yaşamına bıraktığı derin izlerin içinden gelen Cennet Kokusu. "Mermiler...