Çığlık

11 2 0
                                    


Bir ay geçti aradan. Saniyesiyle, dakikasıyla, haftasıyla bir ay... Kayıplarımızla, yeni gelenlerimizle bir ayı devirdik. Çoğunlukla şubede kalıp eğitim yaptık; üç kez şehir içi, bir kez şehir dışı görev aldık. Yurt dışı görevi de verdiler ama bir mermi yakmadığımız bir görevdi. Bu gibi basit görevlere gönderildik bir süre. Üç aylık görevde devamlı faaliyet gösteren ekipler için bir aylık mola gibi bir şey yaptılar.

Bu süre zarfında gittiğimiz en ilginç görev de kuşkusuz psikolojisi bozuk bir kadının bir adamı canlı bomba sanarak ortalığı ayağa kaldırdığıydı. İlk etapta polis memurlarının, sonrasında çevik kuvvetin yürüteceği bir operasyonu direkt bize vermişlerdi. İşin en kokuşmuş yanı da buydu sanırım. Daire başkanı, şeften sonra bizi iyice angaryaya sürer olmuştu. Bu olay haricinde fuhuş, uyuşturucu gibi operasyonlar yürüttük. Tamam, onlar da bizim görev tanımımız içinde ama şef varken girdiğimiz hiçbir operasyondan mermi yakmadan dönmez, şehir içi veya dışı mühim operasyonlarda görev alırdık. Daha çok terörle ilgilenirdik, kalan operasyonlara diğer ekipler bakardı daha çok. Şimdi her şey değişti ve bu durum hepimizin sinirlerini altüst etti.

Ekip, on kişi kaldığı için önceki hafta üç kişi gönderdiler.

Matkap: 37 yaşında. Ürkütücü denebilecek kadar sert gözüken ama içinde sıcacık bir kalp taşıyan koca yürekli biri. Barlas Oğuz.

Çelebi: 25 yaşında. Bir süre Tem'de de görev aldığı için artık ekibin istihbarat görevlerini sırtlanmış durumda. Laf aramızda, dişe dokunur bir operasyona çıkmasak bile iyi bir polis olduğu aşikar. Cem Ilgın.

Pehlivan: 34 yaşında. Bir yerden tanıyorum, deyip duruyordum ve nihayet nereden tanıdığımı buldum: Mülakatımı yapanların arasındaydı. Ekibin de teknoloji işleriyle ilgileniyor.

Atmaca: Leşker, bırak şu dürümü; kız, mundar ettin! (...) Al bakalım. Düzgünce yemek varken can çektirdin nimete.

Çelebi: Kaç gündür soramadım, sana şef mi diyelim abi?

Pehlivan: Adınla hitap edip duruyoruz da emir-komuta sende olduğuna göre...

Rambo: Rambo kafi. Rahmetliden sonra şeflik bize yakışmaz.

Rambo deseniz kafi, dedi ama ekibin liderine de öyle hitap etmek olmazdı. Düşündük, taşındık bir karara vardık ve "amir" dememiz gerektiğinde hemfikir olduk. Sonra Matkap, ağzındaki baklayı çıkardı: "Onunla birkaç kez aynı bölgede görev almıştık." Birkaç cümle kadar şeften bahsettik. Onu tanıyan biriyle muhabbet etmek çok garipti. Şehit olduğunu kabul etmek istemiyordum ve ondan bahsederken sürekli di'li geçmiş zaman kullanıyorduk.

Çelebi: Durgunlaştın, iyi misin?

İsimsiz: Boşver.

Çelebi: Sözcü müsün, birader?

Leşker: İyiyim, bir şey yok. Babam gibiydi. (...) Dileme! Sadece bundan sonra benimle ilgili hiçbir şeyi merak etmesen iyi edersin.

Çelebi'ye sinirlendim ama ondan daha çok Fatih'e kızgındım. Beni, korunmaya muhtaç bir papatya gibi görüyordu ama ben bir yaban çiçeğiydim; korunmak zorunda olan bir kedi gibi görüyordu ama ben, bir kurttum. Korumacılığından nefret ediyordum. Sanki kendimi koruyamazmışım gibi davranması beni deli ediyordu.

Leşker: Eyvallah abi. Spora gidiyorum, görüşürüz.

İsimsiz: Sude durur musun? (...) Bu kadar tepki vereceğin bir şey yoktu. İyisin değil mi?

Leşker: Sorma artık. Yeter, kimse şunu sormasın! Git, sen de git! Babam gibi, şef gibi, abim gibi... Hepiniz eninde sonunda gitmiyor musunuz zaten?

İsimsiz: Abin sana sorduğunda...

Leşker: Verdiği söz yüzünden mecbur hissetti. (...) Olmadığını anla artık. Bizden olmaz. Bitirmek istiyorum. Başkasını sev, başkasına sarıl... Benimle yapamayacağın her şeyi bir başkasıyla yap. Bir başkasını öp.

İsimsiz: Sus!

Bu, seni ikinci ve son terk edişim. Öleceğim için gitmiştim, şimdi de senin yaşaman için gidiyorum. Az önce; gözlerine son kez baktım, sesini son kez duydum, nefesini son kez yanağımda hissettim. Gidiyorum çünkü senin kalmanı istiyorum. Kal ve ben ölürken sen yaşa. İnsanoğlu her şeye alışır. Benimle olacağın ama asla mutlu olamayacağın bir hayat yerine, mutlu olacağın bir hayatı yaşama imkanı sunuyorum sana. Hayatına girmediğim zamanlara geri dön, beni belleğinden sil. Sözüm vardı sana ama yine tutamıyorum. Affet, kalamadım. Günahlarımla, hatalarımla yapayalnız bir hayat sürerken senin çok mutlu olmanı diliyorum. Yanında değil ama uzaklarda bir yerlerde seni hep seviyor olacağım. Bir yerlerde, bana son kez bakarken gözlerinde gördüğüm acıyı düşünüp kahrolacağım. Kendine çok iyi bak. Bu sözlerim, sessiz bir vedanın artıkları yahut ıssız bir kadının gırtlak yırtıp yine de duyuramadığı çünkü içine attığı bir çığlığıdır.


Leşker "Yorgunluğun Mutluluğu"Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin