Bu kadar erken bölüm paylaşmam bana da sürpriz oldu. Ama açıkçası 5 ve 6'nın arasında uzun zaman koymak içimden gelmedi. Bu bölümü daha önce kimseye okutmadım, bir geri dönüt almadım. Tamamen kendi bildiğimi okudum, bir tık gerginim o yüzden... haydi bakalım! İyi okumalar ^^
EKİM 2009
Seçmeler bittikten sonra Derya'yla birlikte konservatuvarın kafesinde kahve içmeye gittik. Derya benim duymak istediğim şeyleri söylüyordu. Helen aslında kötü söylemiş, Yekta'nın söylediği şarkı çok pasif kalmış ama ben parlamışım... Bunların doğru olmadığını bilsem de Derya'nın söylediklerini öylece dinlemeye ve hatta iltifatlarına teşekkür etmeye devam ediyordum. Derya'yla ilk tanıştığımız dönemde, üniversite birinci sınıfa tekabül ediyor bu, dedikleri bana gerçek ve samimi gelirdi. İltifatlarına, dillendirdiği hayranlığına, sevgisine ve güvenilirliğine inanırdım. Dedikleri beni mutlu ve memnun ederdi. Ama aslında çok boş konuştuğunu anladım sonra... Nefes alır gibi kolayca yalan yanlış cümleler çıkıveriyordu ağzından. Şimdiyse o zamanki kendime kızıyorum, kendimi bu anlamsız sözlerle nasıl eyleyip durmuşum diye... Gerçi ben şimdiki kendime de kızıyorum hâlâ bu arkadaşlığı sürdürüyorum diye. Ama buna mecburum.
Kahvem bittikten sonra Derya'dan bana bir kahve daha almasını rica ettim. O benim için kahve sırasına girdiğinde vaktimi kafede beni görüp selam verenlerle konuşarak geçirdim. Seçmeler nasıl geçmişti, kesin çok güzel söylemişimdir, bacağım nasıldı, falan filan... Okulda çevrem genişti, tanıdığım çoktu. Neredeyse herkesle bir iletişimim vardı. Bu bana normalde yeterdi, fazlasına ihtiyaç duymazdım. Ama bu aralar çok zoraki geliyordu bu sohbetler bana... Böyle hissetmeye ne zaman başlamıştım emin değilim ama artık daralıyordum. Bir şekilde son noktaya gelmişim ve bunun nasıl ve ne zaman olduğunu fark edememişim.
Bu sırada gözüme kafenin girişindeki esmer adam çarptı. Ona dikkat etmemin sebebi ise adamın bana bakıyor olması ve bana bir yerden tanıdık gelmesiydi. Daha fazla düşünmeme fırsat kalmadan adam gülümseyerek bana doğru yaklaşmaya başladı. Ben de mecburen ona gülümsedim ama hâlâ kim olduğunu tam olarak çıkaramamıştım.
"Merhabalar, Pınar Hanım. Nasılsınız?" dedi yanıma geldiğinde oldukça kibar bir şekilde.
"İyiyim, teşekkürler. Siz?"
Adam hâlimden anlamış olacak ki "Çok pardon, önce kendimi tanıtmalıydım. Beni hatırlamıyor olabilirsiniz," dedi. "Sami ben. Sami Arslan."
O an çok net bir şekilde hatırladım onu. Partisinde bacağımı kırdığımda beni kucaklayıp arabaya götürmesini ve kendini tanıtmasını... Hastanede uyandığımda ise ortadan kaybolduğu için ona teşekkür etme fırsatını hiç bulamadığımı.
"Sami Bey, kusura bakmayın... O günden sonra size teşekkür edemedim. O geceyle ilgili aklım öyle allak bullaktı ki... Aslında sizi arayıp bulmam gerekirdi," Karşımdaki boş sandalyeyi işaret ederek "Buyurun, geçin oturun lütfen." dedim.
"Ne teşekkürü! Ben insanlık vazifemi yaptım. Ayrıca bakın, hayat bizi tesadüfi bir şekilde tekrar karşılaştırdı."
"Evet, güzel bir tesadüf oldu doğrusu. Siz de burada mı okuyorsunuz yoksa?"
"Hayır, ben çalışıyorum," dedi. "Bugün yarışma seçmeleri mi ne olacakmış, ondan sonra arkadaşımın dersi yokmuş. Beraber yemeğe gidecektik."
"Evet, seçmeler vardı ama on beş dakika kadar önce bitti."
"Tüh! Arkadaşımı sahnede izlemek de istiyordum. Kaçırmış oldum. Ona güzel bir jest olacaktı bu... Umarım iyi geçmiştir. Siz de mı katıldınız seçmelere?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Leto'nun Adası - Denizin Yuttuğu Ev III
General FictionO anda Pınar Feridun öldü. Ölmek zorundaydı. Pınar böyle yaşayamazdı. 'Pınar öldü ama merak etme, tekrar doğacaksın.' dedi babaannem. Kağıt üstünde ölüydüm. Ama bedenim ve ruhum canlıydı. Yaşadığımın farkına ise ancak onunla tanıştıktan sonra var...